29 Mart 2015 Pazar

28. Gönen Kültür Platformu Toplantısı (Abdullah Yılmaz, 29 Mart 2015)

28. Platform Oturumu İzlenimleri

Yağmurlu bir Gönen akşamında toplanan Platformumuz İki maddenin görüşülmesi ile gündem oluşturdu. Birincisi Gönen’e yeni bir bakış açısı getirecek ve küçük bir ansiklopedi çapında olacak kitaptı. Bu kitabın içeriği üzerine Sedat Günay notlarını paylaştı. Hikmet Küçükköse’nin tecrübesine başvuruldu. Özellikle pehlivanlar hakkındaki bilgiler önemliydi.

İkinci gündem maddesi Mustafa Özcan’ın Güney Marmara hakkında yaptığı araştırmaların değerlendirilmesiydi. İki deniz -Ege ve Marmara- ile irtibatı olan bölgenin yüzey şekilleri ve iklim çeşitliliği hakkında rakamlar ve istatistikler paylaşıldı. Nüfus yoğunluğu açısından da kıymeti anlaşıldı.

Endemik bitkilerin çeşitliliği sebebiyle Avrupa’yla kıyas edilecek kadar zengin olduğu konuşuldu. Üç iklim türünün yaşandığı bölgeyi İbrahim Canbaz –cennete benzetince- bütün katılımcılar aynı fikirdeydiler…

Abdullah Yılmaz



20 Mart 2015 Cuma

Çanakkale Deniz Zaferi ve Gönen (Mustafa Özcan, 20 Mart 2015)


Çanakkale Deniz Zaferi ve Gönen

Çanakkale Deniz Zaferi‘nin 100. Yılı’nın anıldığı şu günlerde savaşa ve kısa da olsa Gönen ile ilgili boyutuna değinmenin bir yurtsever sorumluluğu olduğu bilincinden hareket ile bu yazıyı kaleme alıyorum.

Çanakkale Deniz Savaşı Türk ordusunun en şanlı zaferlerinden biri olarak dünya tarihine geçmiş bir olaydır. Planlayıcısı İngiliz Donanma Bakanı Winston Churchill’in İstanbul’u almaya yönelik olarak düşündüğü harekât doğrultusunda Birleşik Krallık ve Fransa savaş gemilerinden oluşan bir birleşik deniz gücü 1915 Şubat ayı’nda Çanakkale Boğazı'na doğru ilerleme başlattı.

Harekâtın en güçlü saldırısı 18 Mart 1915 günü uygulamaya konulmuş, ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Sonuçta İngiltere ve Fransa deniz harekâtından vazgeçip yenilgiyi kabullenerek kara harekâtına yönelince bu olay Denizcilik tarihimize 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi olarak geçmiştir. 

Öte yandan da, ardından başlayan kara muharebelerinde Mustafa Kemal’in askeri dehası ile İtilaf Devletleri'ne Çanakkale’yi geçilmez kılması Dünya tarihinin en önemli askeri olaylardan biri olarak bilinir. Türk tarafının muharebe sırasında 57 bin şehit ve bunun üç katı kadar da hastanelerde ölenler, yaralılar ve kayıplarla 250 bin zayiatına karşılık karşı tarafın da bezer kayıplara sahip olduğu savaşta Türk toplumunun özellikle okumuş bir neslinin yitip gittiği bilinmektedir.

Çanakkale Savaşı’na en çok kuvvet gönderen yerlerden biri olarak Gönen’in durumuna bu nedenle kısa da olsa dikkat çekmek özellikle gerekli olmaktadır. Genel olarak değerlendirildiğinde, vatan uğruna verdiği evlatlarının sayının yörenin Çanakkale‘ye olan yakınlığı nedeni ile genel nüfusa oranla kıyaslandığında yüksek olduğu hemen görülmektedir. Değişik kaynaklardan elde edilen bilgilere göre sadece muharebe sırasında ismen bilinen şehit sayısının 200’ü çok aşığı bilinmektedir. Öte yandan daha sonra yaşamını kaybedilenlerle bu sayının en az bir-kaç kat daha olduğu tahmin edilmektedir.


Yaşı kemale ermiş pek çok Gönenli’nin dedelerinden, ninelerinden Çanakkale öyküleri dinlendiği, top seslerinin nasıl işitildiğinin anlatıldığı, ailesindeki Çanakkale şehitlerinin kahramanlık hikâyelerinin hayranlık ve gururla anımsandığı Gönen’in 21.Yüzyılda dünyada barış, mutluluk ve refahı ile kendinden söz ettiren bir kent olması dileğimi bu vesile ile vurgulamak isterim.

Mustafa Özcan (20 Mart 2015)


27. Gönen Kültür Platformu Toplantısı (Abdullah Yılmaz, 20 Mart 2015)


27. Gönen Kültür Platformu Toplantısı Notları


Tatlı ve keyifli bir sohbet ortamında geçen Platform toplantısında Abdurrahman Kural Gönen ve Balıkesir hakkında yayınlanan kitaplar üzerine bir sunum yaptı.

Bunlardan ilki Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi'nin yaptığı araştırmalardı.  Genel başlığı "Balıkesir Kırsalında Yöresel Doku ve Mimari Özelliklere Uygun Yapılaşmanın Yaygınlaşması" idi. Alt başlıklar; Fiziksel Çevre Analizleri, Kırsal Yerleşme Doku Analizi, Proje Raporları, Röleveler ve Tipoloji Çalışmaları gibi özel çalışmalardı. Bu araştırmalarda Pehlivanhoca ve Babayaka'daki kültürel doku da işlenmiştir.
                
Diğer iki araştırma ise Gönenli akademisyen Prof. Dr. Recep Efe’nin Balıkesir’in Ağaçları ve Çalıları ile Edremit’in Anıtsal ve Korunmaya Değer Ağaçları idi.

                
Diğer bir konu, önemli Gönenli simaların biyografilerini araştırmada gelinen noktanın değerlendirilmesiydi. Gönenli Mehmet Efendi, Ayhan Songar gibi önemli şahsiyetlerden konuşuldu.

Abdullah Yılmaz

13 Mart 2015 Cuma

12 Mart Gönen Kültür Platformu Toplantısı (Abdullah Yılmaz, 13 Mart 2015)

GKP’nin 12 Mart 2015 Tarihli 26. Oturumundan İzlenimler.

Eğitimci-yazar Muharrem Akça’nın konuk olduğu yirmi altıncısı düzenlenen oturumda ilk olarak Ömer Seyfettin Kültür Sanat Haftası etkinlikleri konuşuldu.  Akça, Ömer Seyfettin hakkında öğretmenlerle (Salim Nizam ve Ömer Faruk Ünalan ile) hazırladıkları bir belgeseli izleyicilerle buluşturduklarını belirtti. Bu sene Necip Tosun’un kazandığı hikâye yarışmasının Türk edebiyatına etkisi konuşuldu.  

Abdurrahman Kural yarışma sayesinde milli edebiyatımıza –Aykut Ertuğrul, Keyfe Keder Kahvesi örneğinde olduğu gibi- onlarca yazar ve eser kazandırıldığını açıkladı.

Oturumun ikinci konusu 8 Mart Kadınlar Günü sebebiyle kadınlarımızdı. Türk Kadın hareketinden ve dünyadaki tarihinden bahsedildi. Osmanlıda Kadın hareketleri konusu kapsamında radikal kadın hareketinin ilk öncülerinden Gönenli Nuriye Ulviye Hanım’ın hareket içindeki yerinden söz edilerek kendisi şükran ile anıldı.


Oturumun serbest olan son bölümünde iki- üç bin yıl öncesi Anadolu ve Gönen’ine gidilerek tarihte Güney Marmara bölgesinin eski yerleşimcilerinden konu açıldı.  Böylece oldukça keyifli bir tarih yolculuğu yapıldı. Konunun derinliği Trakyalılara ve Misyalılara kadar ulaştı.

Abdullah Yılmaz (13 Mart 2015)




12 Mart 2015 Perşembe

5 Mart Gönen Kültür Platformu Toplantısı (Abdullah Yılmaz)

5 Mart Gönen Kültür Platformu Toplantısı

Gönen’in değerlerini evrensele taşımak gayesinde olan platformumuz yoğun gündemiyle toplandı. Bu gündem konularından ilki Filibe’den Gönen’e göç eden toplulukların anlatıldığı iki kitaptı. Hodul gibi yerleşim yerlerinden bahseden bu kitaplar Gönen ve çevresinin tarihini açıklıyordu.

Toplantı esnasında kaplıcaların termal suyunun içindeki maddelerin özellikleri konuşuldu. Radon elementi üzerine Mustafa Özcan bir sunum yaptı. Bu kimyasalın azının faydalı çoğunun zararlı olduğunu ve radyoaktif bir madde olduğunu anlattı. Termal suda normal değerlerin onlarca kat üstünde olduğunu, bu yüzden Türk bilim insanlarının dikkatini çekmesi gerektiğini söyledi.

Hikmet Küçükköse bu toplantıda da elindeki belgeleri sunmaya devam etti. Bu belgeler içinde Beşiktaş’ın efsane futbolcusu Baba Hüsnü hakkında belge de vardı.


Sedat Günay’ın katkılarıyla hazırlanan önemli simalar bölümü bu hafta da konuşuldu. Yeni çalışmaya katılacak işletmelerin en azından KOBİ vasfında olması gerektiği kararlaştırıldı.

Abdullah Yılmaz


Gönen, Ömer Seyfettin ve And Öyküsü (Mustafa Özcan, 12 Mart 2015)

Gönen, Ömer Seyfettin ve And Öyküsü

Ömer Seyfettin Haftası’nın 26.’sının kutlanmaya başlandığı 2015 Mart ayının şu günlerinde Gönen Kültür Platformu olarak 6 Mart 1920’de dünyadan göçmüş olan bu en tanınmış hemşehrimizi anımsamadan geçmek bir gaflet olur sanırım.

Bilindiği gibi, Ömer Seyfettin’in ölüm ve doğum tarihleri arasındaki (11 Mart 1894 - 6 Mart 1920) beş günlük süre olan 6-11 Mart, bir anma haftası mahiyeti ile Gönen’lilerce içtenlikle benimsenmiş olaraktan Kent’imizde ve sanat dünyasında yıllardan beri kutlanmaktadır.  

Hafta, Yazar’ın And adlı öyküsündeki giriş tümcesi ile Kent’imizin tanınmasına yapmış olduğu olağan üstü katkının bir karşılığı olan minnet borcunun ödenmesini temsilen oluşturulmuş bir sanat etkinliğidir.

Bir zamanların ilkokul okuma kitaplarında yer almış olan Gönen’deki geçen çocukluk dönemini anlattığı And adlı bu çok tanımış öyküsünde Ömer Seyfettin, olayın hem kahramanı hem de anlatıcısıdır.

Yazar hikâyeyi doğup büyüdüğü ve çocukluk yıllarının geçtiği 19. Yüzyıl sonlarının şirin kasabası Gönen’i edebiyat tarihimizin o en meşhur üç sözcüklü tümcesi ile başlayarak anlatır: Ben Gönen’de doğdum.

Ömer Seyfettin, memleketi ile ilgili anılarını yirmi yıldır görmediği için aklında kalmış olanlar üzerinden kurduğu hayali betimlemeler yaparak kaleme almıştır. Ayrıca, öyküsünde bir çocuk olarak doğaldır ki evini, okulunu ve de, en çok öykünün temasını oluşturan kan kardeşlik olgusunun özündeki can arkadaşı “Mıstık” ile olan derin dostluğunu anımsar.   

Öyküde anlattığı gerçek olaydaki çocukluk kan kardeşi Mustafa’nın (*) O’nun için can verme şeklinde gerçekleşen fedakâr davranışı Ömer Seyfettin’de öyle ağır bir çocukluk vuruğu yaratmış olmalı ki öyküde vurguladığı gibi “Mıstık” artık O’nun için bir yaşam kahramanıdır.  

Yazımı romantik edebi sanat alanının duygusallık sunan ulamında bir anıt niteliğinde olan öykünün internetteki bir sitede (**) yapılmış kısa özetini alıntılayıp aktararak sürdüreyim:  

“Eviyle ilgili hatırladıklarını anlattıktan sonra okulunu tanıtır. Okuldaki hocalarıyla ilgili bilgi verdikten sonra okulda başından geçen bir hatırayı anlatır. Büyük Hoca bir gün yalan söylediğini düşünerek sertçe kahramanın kulağını çekmiştir. Oysa o doğruyu söylemiştir. Olay şöyle gelişir:

Bahçedeki fıçının musluğu koparılır. Kahramanımız onu koparan hasta ve zayıf çocuğu görüp hocasına haber verir. Çocuk ceza olarak falakaya yatırılacağı esnada başka bir çocuk onun suçu olmadığını koparanın kendisi olduğunu söyler ve falakaya o yatar. Öğretmen de arkadaşına iftira attığını düşünerek anlatıcının kulağını çeker, kahramanımız  ağlar. Akşam okul dağılırken kahraman anlatıcı, dayağı yiyen çocuğa çıkışır ve niçin yalan attığını sorar. Çocuk da kimseye söylememesi kaydıyla asıl suçlu olan çocukla kan kardeşi olarak ant içtiklerini, o çok hasta olduğu için de dayağı onun yerine yediğini anlatır.  Anlatıcı ant içmenin ne olduğunu sorar ve o da birbirlerinin kanını içerek ant içtiklerini ve ölünceye kadar birbirlerinin yardımına koşmaya söz verdiklerini anlatır. Okuldaki pek çok çocuk ant içmiştir. Hatta bir gün okuldayken bunun nasıl yapıldığını da kendi gözleriyle görür. Kahraman anlatıcı,  kendini yalnız hisseder ve kendisinin de bir kan kardeşi olmasını çok ister. Bu fikrini annesine açar ama annesi bunun saçmalık olduğunu söyleyerek razı gelmez. Ama kafasına  koymuştur. Nihayet beklenmeyen bir kaza sonucu kan kardeşini kazanır. Komşularının oğlu Mıstık sevilen güçlü bir çocuktur. Her cuma sabahı büyük bir deste söğüt dalı getirir ve çocuklar bunlarla cirit oynar ve at yapıp yarışırlar. Yine bir cuma sabahı söğüt dallarından en uzun olanını kahraman anlatıcı alır ve çakıyla at yaparken yanlışlıkla parmağını keser. Aklına hemen ant içmek gelir. Mıstığın da bir yerini kesmesini ve kan kardeşi olmasını ister. Mıstık razı olur. Birbirlerinin kanlarını karıştırarak emerler ve ant içerler. Bu olayın üzerinden epeyce zaman geçmiştir. Bir gün okuldan birlikte eve dönerlerken iri ve kara bir köpeğin uzaktan hızla üzerlerine doğru koştuğunu görürler. Köpeğin arkasından iri sopalarla koşan adamlar kaçmalarını yoksa köpeğin ısıracağını söylerler. Gözleri ateş gibi parlayan köpek onlara iyice yaklaştığında Mıstık “Arkama saklan” diyerek bağırır ve öne geçer. Köpek Mıstığa saldırır ve bir müddet boğuşurlar. Arkadan gelen adamlar sopalarla köpeğe vurunca köpek gider ama Mıstığın kollarından ve burnundan kanlar akmaktadır. Ertesi günler Mıstık okula gelmeyince kahraman anlatıcı  annesine durumunu sorar. O da Mıstığın hasta olduğunu söyler. Mıstık kuduz olmuştur. Tedavisi için Bandırmaya götürülür. Oradan da İstanbul’a götüreceklerdir. Ama  bir gün Mıstğın öldüğü haberini alırlar. Kahraman anlatıcı bundan sonra sol eli işaret parmağındaki yara izini her gördüğünde andı için  ölen kahraman kan kardeşini hatırlar. Onun hayalini görür gibi olur.”

Ömer Seyfettin’İ beş yıl sonra Ölümünün 100. Yılı”nı idrak edeceğimiz 2020 Yılındaki   Haftasında kendisine yaraşır kurumsallaşmalara ve söylemlere dayalı proje ve etkinliklerle kutlayarak yad etmeyi daha şimdiden planlayarak hedeflemeliyiz. Ayrıca bu en tanınmış hemşehrimiz’i şimdiye dek yapıldığından farklı olarak, sadece romantik-idealist perspektiften bakarak değil de, artık realist-rasyonel pespektiften bakıp görerek de anlama zamanının gelmiş olduğunu bu vesile ile anımsatarak yazımı tamamlamak istiyorum.

Mustafa Özcan (12 Mart 2015)
______________
(*)  Malkoç Mahallesi Hüseyin Çavuş Caddesi’nde oturan Kadiroğlu Mustafa (Hikmet Küçükköse tarafından verilmiş bilgidir).

(**) http://www.edebiyatfatihi.net/2014/09/omer-seyfettin-ant-hikayesinin.html


Nuriye Ulviye Hanım ve Türk Kadın Hareketi (Mustafa Özcan, 12 Mart 2015)

Nuriye Ulviye Hanım ve Türk Kadın Hareketi

8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmakta olan bir tarihtir. Türkiye’de son zamanlarda kadına yönelik olarak ortaya çıkan olaylara bakınca kadınlarla ile ilgili, onların durumunu irdeleyen veya sadece bir kadın hakkında yazı yazmak artık her eli kalem tutan için bir görev oldu sanırım. Hal böyle olunca 8 Mart tarihi bende böyle bir yazı hazırlamaya yönelik bir uyarıcı haline büründü.

Bu nedenle Dünya Kadınlar Günü’nü fırsat bilerek günün anlam ve önemine uygun bir konu olması açısından Türk Kadın Hareketinin öncülerinden olup da bir türlü hak ettiği ilgiyi ve tanınmışlığı bulamamış tarihsel bir kişilik olan Nuriye Ulviye Hanım’ı tanıtmanın yerinde bir seçim olacağını düşünerek konuyu ele alıyorum.

Kendisi Türk Kadın Hareketi’nin başlatıcısı bir avuç kadından biri olarak literatüre geçmiş bir kişiliktir. Ancak buna rağmen tarihi bir kişi mahiyeti ile yeterince yaygın olarak bilinmemesinin nedeni onun önemsizliğinden ileri gelmemektedir. Buradaki bilinmezlik durumunun kökeninde Türk insanının gelenek olmuş alışkanlığının etkisi vardır. Çünkü kadın söz konusu olduğunda elitten olmaları nedeniyle Saray ve din kökenli kadınlardan dahi sadece bazılarına kültürel olarak ilgi göstermekteyiz. Yani bu durum, toplumsal-kültürel faaliyetlerde öncü ve önder kadınlarca yapılanlara tamamen ilgisiz kalan bir yapımızdan kaynaklanıyor olsa gerekir.

Genel bakışla ele alınarak incelediğinde Türk Kadın Hareketi’nin 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile başlayana kadar Osmanlı’nın önceki dönemlerinde hiçbir zaman gündeme gelmemiş toplumsal-kültürel bir olgu olduğu görülür. O zamanlarda II. Meşrutiyet ile başlayan Hareket, gazetelerin yalnızca erkeklerden oluşan yazarlarının köşelerinde kaleme aldığı yazılarının teşvikiyle yazar Halide Edip, şair Nigar ve hatip Nezihe Muhiddin gibi birkaç kadının çevresinde şekillenmiştir.

Aradan geçen beş yılın ardından 1913 Nisan ayına gelindiğindeyse önemli bir olay olarak hareketin içine yeni girmiş olan 20 yaşındaki Nuriye Ulviye, savaşlar nedeni ile kesintili de olsa yayımlanması 1921 yılına dek sürecek olan “Kadınlar Dünyası” adlı dergiyi imtiyaz sahibi sıfatı ile çıkarmaya başladı. Bu olay yazar ve yayıncı kadrosunun tümü kadınlardan oluştuğu ve içinde doğrudan kadın odaklı yazılar bulunduğu için ilk feminist süreli yayın olarak nitelenen bu dergiyi çıkarmakla Nuriye Ulviye Hanımı Türk Kadın Hareketi’nde istisnai bir yere yükseltti.

Derginin hemen ardından da Nuriye Ulviye Hanım, 1913 Haziran ayında Müdafaa-i Hukuk Nisvan (Kadın Haklarının Savunulması) adlı Cemiyeti kurarak Osmanlı’da sivil kadın girişimi alanında üçüncü olan bu dernekle harekete kurumsallaşma yönünde önemli bir boyut kazandırdı.
Bu iki başarı Nuriye Ulviye Hanım’ı radikal kadın hareketinin önde gelen siması haline getirdiğini belirtmek herhalde yanlış olmaz. Şimdiyse, Nuriye Ulviye Hanım’ın yaşam geçmişinden kısaca söz ederek yazıyı bitirmek istiyorum.

Nuriye Ulviye Hanım’ın ailesi 19. Yüzyıl ikinci yarısında Çarlık Rusyası’ndan zorla göç ettirilen Çerkeslerden olup Trabzon üzerinden gelip iskân yeri olarak gösterilen Balıkesir Gönen Hacıvelioba Köyü’ne (şimdilerde idari olarak mahalledir) yerleşmiştir. 1893 yılında bu köyde doğan Nuriye Ulviye (*) daha sonra Çerkes geleneğince Saray’a verilerek yaşam kariyerine sokulmuştur. Gene Saray geleneğinden olaraktan gerçekleşen çocuk yaşta kendinden yaşça çok büyük biri ile olan evliliği ile erkenden yetişkin yaşamına katılmıştır. Yaşadığı bu vuruğun (travmanın) O’nda yarattığı bu erken dönüşümle ortaya çıkan olgunluk daha 20 yaşındayken Kadın Hareketinin öncüleri arasına girebilme cesaretini sağlamış olmalıdır.

1962 yılında yaşama gözlerini yuman Nuriye Ulviye Hanım’ın mezarı doğup büyüdüğü Anadolu coğrafyasının öteki köşesi Hatay’ın Kırıkhan ilçesindedir.

Mustafa Özcan (12 Mart 2015)

_________________

(*) Hikmet Küçükköse’nin aracılığıyla temin edilen bilgilerin kaynağı Nuriye Ulviye’nin ikinci kuşaktan yeğeni olan Hasan T. Özgenkan’dır. Babasının adı Mahmut Yediş, annesinin adı ise Safiyedir