25 Aralık 2014 Perşembe

Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi (*) (Mustafa Özcan, 25 Aralık 2014)


Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi  (*)

Gönen’in yerel tarihi konusunu farklı bir kulvarda ele alan ve de özel ilgi gerektiren bir kitabın tanıtımını yapmak istiyorum.

KDP Blog ve Dağarcık Türkiye internet dergisi için yazdığım Osmanlı medreselerini ele alan ve Gönen Medresesi konusuna değinen makalede (**) referans olarak verdiğim “Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi“adlı kitabın tanıtımını yaparak bu konuda sinerji oluşsun istiyorum.

Kitap, 1993 Eylül’ünde Gönen’in Kurtuluş Günü adına yapılan Sempozyum’unda sunulmuş bildirilerin tamamının bir derlemesi olarak hazırlanmıştır. Basımı Gönen Belediyesi tarafından 1998 yılında Türkiye Diyanet Vakfı’na yaptırılmış olan kitabın dağıtımı, kültür hizmeti niteliğinde olduğundan ticari olmayıp talep edenler için ücretsiz verilme şeklindedir.

Kitapta sözü edilen Sempozyum tebliğlerinin bölge ve yerel tarih açısından önemi Kurtuluş Savaşı’nda Milli Kuvvetleri çok uğraştıran padişah yanlısı Anzavur İsyanları’nın Gönen coğrafyasında otantik olarak yaşanmış olmasından ileri gelmektedir.

Ayrıca tebliğlerin yakın Türkiye tarihi için kaynaklar açısından da olan önemi büyüktür. Nitekim Kurtuluş Savaşı’ndan sonra sürgün edilen Yüzelilikler arasında Gönen Kazası’ndan olanların sayısının ülke nüfusu ortalamasına göre neden on beş kat daha fazla olduğu Sempozyum’daki bazısı orijinal olan belgelerle desteklenmiş bildiriler vasıtası ile yetkin bir şekilde açıklanmaktadır.

Açılış konuşması Ankara Üniversitesi’nden Doç. Nesimi Yazıcı tarafından yapılan Sempozyum’da altı tebliğ sunulmuştur. Bunlar sırası ile Balıkesir Üniversitesi’nden Aydın Ayhan’ın “İşgal Yıllarında Balıkesir Çevresi ve Gönen”, Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Ercüment Kuran’ın “Hacim Muhittin Çarıklı’nın ‘Kuvayı Milliye Hatıraları’na Göre Kurtuluş Savaşında Gönen”, Marmara Üniversitesi’nden Prof. Mücteba İlgürel’in “Kurtuluş Savaşı’nda Gönen’in Katkıları”, Ankara Üniversitesi’inden Doç. Nesimi Yazıcı’nın “Hasan Basri (Çantay) ve Ses Gazetesi”, Ankara Üniversitesi’nden Prof. Yahya Akyüz’ün “Şehit Hamdi Bey’in Son Günlerine Ait İki Orijinal Mektup” ve Marmara Üniversitesi’inden Prof. Özcan Mert’in “Anzavur’un İkinci Ayaklanması’nda Cemiyet-i Ahmediye” adlı tebliğlerdir.

 Ayrıca, 124 sayfalık kitabın konuşma dilinden aktarılmış olmasından ileri gelen kolay okunulurluğunnun meraklısı için ilave bir özendirme olduğunu belirtmek isterim.

Mustafa Özcan (25 Aralık 2014)
_____________________
(*) Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi, Gönen Belediyesi, Ankara,1998




27 Kasım 2014 Perşembe

Gönen Oyacılığı Hakkında Ayla Yaren Tarafından Yapılmış Akademik Çalışmaya Dair Bilgi Notu (Mustafa Özcan, 27 Kasım 2014)


Gönen Oyacılığı Hakkında Ayla Yaren Tarafından Yapılmış Akademik Çalışmaya Dair Bilgi Notu

Konuyla ilgili olan ilk akademik çalışma Ankara Gazi Üniversitesi’nde Öğretmen Ayla Yaren (Vanlı) tarafından 2008 yılında yapılmış olan "Balıkesir İli, Gönen İlçesi İğne Oyaları ve Halk Eğitimi Merkezinin İğne Oyacılığına Katkıları" adlı yüksek lisans tezidir.  

Gönen Halk Eğitim Merkezi’nin iğne oyacılığı ile ilgili olarak verdiği eğitim hizmeti çalışmaları bağlamında Gönen oyacılığını konu edinen tez alanında tek çalışma olup Gazi Üniversitesi’nin Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde Prof. Dr. Aysen Soysaldı’nın gözetiminde yapılmıştır.

Söz konusu yüksek lisans tezinde Gönen’i tanıtıcı bilgilerin yanı sıra oyacılık ile ilgili genel bilgiler, oya çeşitleri, yapım teknikleri, konuyla uğraşanların kimlikleri, oyacılığın araç ve gereçleri ile uğraşın sosyo-ekonomik açıdan değerlendirilmesi gibi konular ele alınmıştır.

Tezin Gönen’de mukim olanlar için Ömer Seyfettin Kütüphanesi’nde olan doğrudan erişilebilir kopyası talep edildiğinde yerinde incelenmek üzere temin edilebilir.

Mustafa Özcan (27 Kasım 2014)



24 Kasım 2014 Pazartesi

Türk Folklorunun bir Öğesi Olarak “Gönen Oyacılığı” (Mustafa Özcan, 24 Kasım 2014)


Türk Folklorunun bir Öğesi Olarak “Gönen Oyacılığı”

Türk folklor dünyasının ilginç bir öğesi olan iğne oyacılığı için onu simgeleyen bir heykel anıtın yurdumuzda sadece Gönen kentinde bulunuyor olması her halde tesadüfi bir olayın sonucu değildir. Nitekim yurdumuzdaki tek organize oya pazarının da sadece Gönen’de kuruluyor olması bunun tesadüf olmadığının bir kanıtı olarak görülmelidir.  

Gene bu durum gösteriyor ki, iğne oyacılığının Gönen’de gelişmesinin nedeni bunun Gönen kadınlarınca boş zaman hobisinden öte ek gelir getirici bir uğraş haline dönüştürülmüş bir meşgale olmasıdır. Bundan dolayıdır ki oyacılık Gönenli erkekler nezdinde önemli bir uğraş görülüp “heykeli” dikilecek kadar da yüksek bir kabul görmüştür.  

Öte yandan, her iki cinsiyet kutbunca bu denli önemsenmiş olan konunun ayrıca da sosyal-kentsel bir etkinlik niteliği kazanmış olduğu görülmektedir. Bu nedenle de “Gönen Oyacılığı” teması gerçekten sosyal düzeyde folklorik bir olgu mahiyeti ile akademik olarak ele alınması gereken bir özellik sunmaktadır. Nitekim zaman içinde bu tema ile ilgili akademik bir çalışma da yapılmış bulunmaktadır(*).

Gönenli kadınların oyacılığa olan bu denli ilgisinin ardındaki sosyo-psişik etmenlerin neler olduğunu anlamak da akademik olarak incelenmesi gereken bir temadır.

Konunun psişik boyutuna yönelik açıklama için hemen ilk anda akla gelen şey, günlük işler gailesi dışındaki zamanlarında boş durmamayı alışkanlık haline getirmiş olan Gönenli kadınların bu özellikerinden ileri gelen psiko-kültürel bir öznitelik kazanmış olmaları olasılığıdır. 

Toplumsal boyutta olabilecek ilk açıklama ise bu tür aylaklık durumlarının kadınsal üretkenlik güdüsünce bir yaratım etkinliği olarak değerlendirilmesi olgusu olarak kabulü şeklinde olabilir.

İşte sonuç olarak “Gönen Oyacılığı” konusu, Gönenli kadınlarca hobi dışında folklorik bir tarz şekline büründürülerek gelir getirici bir iş haline dönüştürülmüş bir meşgaledir diye tanımlanabilir. 

Her ne olursa olsun oyacılık, Türk kadınlarının folklor geleneğimizdeki özgün bir mesleği olması mahiyetiyle tarihe mal olmuş, bir armağan, bir miras olarak da artık dünyaca tanınmış bir etkinlik olmuştur.

Bu hususu tarihsel bakıştan ele alan bir makaleden tarafımca kısaltılarak ve düzeltilerek yapılmış aşağıdaki alıntı konunun bu yönünü çarpıcı bir şekilde açıklamaktadır(**):    

Oya, yapma çiçekle örgü sanatının birleşmesinden doğmuş, süslenmek ve ayrıca taşıdıkları mesajlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılan ve tekniği örgü olan dantel türüne denir. Oya, bir bezeme türüdür; süslemek anlamında kullanılır. Oya sözcüğünün başka dillerde karşılığının bulunmaması bu sanatı Türklere, özellikle Türk kadınına özgü bir sanat olduğunu düşündürebilir.  

1905’te Menfis kazılarında bulunan örneklerden, oyacılık tekniğinin MÖ 2000 yılları ötesinde de özellikle balık ağları yapılışından bilindiğini göstermektedir. Günümüze kadar gelebilen bazı örneklerin inceleme sonuçlarına göre oyaların en çok 17, 18 ve 19. yy da yaygınlık gösterdiği, malzeme (tözü); renk, konu ve kompozisyon (tasarımı, formu) ile yapılış tekniği (yöntemi) bakımlarından kaliteli ve özgün oldukları anlaşılmaktadır. Yine araştırmalar gösteriyor ki, iğne oyaları 12. Yy’ da Anadolu’dan Balkanlara, oradan da İtalya yolu ile Avrupa’ya yayılmıştır...
   
Sonuç olarak geleneksel el sanatlarımızın ve halk kültürümüzün (folklorumuzun) en güzel örneklerinden olan oyalar, özellikle Anadolu’da her genç kızın çeyizinde “işleme” ve “oya” bulundurma geleneği sayesinde bir sanat tarzı olarak günümüze kadar taşınmış ve bugün hala oyaların yaşıyor olmasında etken olmuştur. “

Almanların tartışmalı amatör arkeoloğu” tüccar H. Schliemann’ın yaptığı Truva kazıları sırasında bulup ‘Priamos Hazinesi' ile birlikte yurt dışına kaçırdığı, bir kadına ait olan ile Güney Marmara ve Ege efe başlıklarının işlemeleri dikkate alındığında tekniğin ne denli eskilere ve tarihsel olarak Batı Anadolu’daki insan kaynaklarına dayanmakta olabileceğini görmemek mümkün değildir.

Mustafa Özcan (24 Kasım 2014)
_________________________________________
(*)Konuyla ilgili olan tek akademik çalışma Ankara Gazi Üniversitesi’nde Öğr. Ayla Yaren tarafından 2008 yılında yapılmış olan "Balıkesir İli, Gönen İlçesi İğne Oyaları ve Halk Eğitimi Merkezinin İğne Oyacılığına Katkıları" adlı yüksek lisans tezidir. 



13 Kasım 2014 Perşembe

Balıkesir, İstanbul'un 2. arka bahçesi oluyor (Yalçın Bayer, 12 Kasım 2014)


Hürriyet Gazetesi'nde Yalçın Bayer'in Yeter Söz Milletin köşesinde Balıkesir ve Gönen'den bahseden yazısını aşağıda paylaşıyoruz. 


Yazının tamamı için; 



Balıkesir, İstanbul'un 2. arka bahçesi oluyor


(Tabii bu söz Trakya'dan sonra ikinci olarak algılanmalı...)

BİR dönem ANAP'ta, üç dönem de AKP'de milletvekilliği yaptıktan sonra Recep Tayyip Erdoğan, eski dostuna "Şimdi görev yerin Balıkesir belediye başkanlığı" demiş Ahmet Edip Uğur'a... O da MHP ve CHP'nin dişli adaylarıyla mücadele ederek bu makamı MHP'nin elinden almış, az bir oyla olsa da... Bir önceki dönemde de belediye başkanlığı AKP'den kayınbiraderinin elindeymiş... 

Uğur, margarinci, ayçiçekçi ve zeytinyağcı... Bir süre önce margarin tesislerini satmışlar.

Şimdi sadece zeytinyağı ile iştigal ediyorlar. Büyük oğlu Balıkesir Ticaret ve Sanayi Odası başkanlığını elinden almış...

Ayvalık'taki zeytin hasadından dönerken kendisini ziyaret ettiğimizde Balıkesir'den kolay ayrılamadık.

"Balıkesir'e dikkat" dedi hemen... "Ben plan adamıyım... Her şey plandan geçer" dedikten sonra kafasındaki projeyi anlatıyor: "Balıkesir'i, 2050'de 5 milyonluk bir kent olarak planlıyoruz." Anlattıklarını satır başlarıyla özetleyelim:

Bandırma, Manyas, Gönen, Marmara Adası'nda, diğer tarafta da Edremit Körfezi'nde katı atık depolama tesisleri ile çevreyi kirletmeyeceğiz. Ayvalık'ın, Havran'ın arıtması yok... Nüfus az kimse yok ama ne Altınoluk'un ne Zeytinli'nin arıtması çalışıyor.

Kaz Dağları'na teleferik ile çıkmak istiyoruz. Doğal dokuyu bozmadan nasıl yapabilirizi araştırıyoruz. Amerika ve İtalya'dan uzmanlar geldi. Amerika ve İtalya'daki dağ turizmi, kayak turizmi ile ilgili ne yapılabilir diye çevreyi gezdiler Kaz Dağları'nı, Edremit, Burhaniye, Ayvalık'ı marka yapalım, yazın da kışın da av turizmi olsun, kayak turizmi olsun... Uzmanlar, 1.5 km'lik alanda hava sıcaklığı; 3 derece ise kar yağdırabileceklerini söylediler.

Balıkesir şimdi 1.2 milyon, yaz nüfusu 3 milyon. Balıkesir'in sürdürülebilir şehir planını yapıyoruz. 1994'te İstanbul 6 milyon iken, 10 milyon İstanbul planladık fakat İstanbul 17 milyon oldu. İstanbul'dan gelen İzmir'e giden otoyol, Çanakkale Köprüsü ve Balıkesir otoyolu, Yüksek Hızlı Tren... Bunlar Balıkesir'i cazibe merkezi haline getirecek. 35 yıl uzun bir süre değil 2050...

Başka neler mi yaptık? Bandırmaya'ya 1/100 binlik haritalarda Bandırma-Edincik arasını sanayi bölgesi ilan ettik. Şimdiden 8-18 milyar Euro yatırım geldi. Ege Bölgemizi, bütün Edremit Körfezi'ni turizm alanı yapıp sanayii sokmayacağız.

Balıkesir'de üç üniversite olmalı diye düşünüyoruz. Şimdi 43 bin öğrencimiz var, 2050'de 150-200 bin öğrenciye yükselecek.

Balıkesir'in coğrafyası 18 bin km, küçük bir yer değil. Organize Sanayi Bölgemizi büyütüyoruz, çünkü ulaşım yatırımları ile cazibe merkezi olmaya başladı. Trakya tıkandığı için bir sanayi iki saatte İstanbul'a geleceğinden sanayi yatırımlarında hızlı bir artış bekliyoruz.

Hayvan üretimine Hollanda teknolojisi geldi
Bu ahırları robotlar yönetiyor

NİYAZİ Şimşek, üç nesil kasap bir aileden geliyor. Onet'in sahiplerinden... İsmail Uğur da, Balıkesir Sanayi Odası Başkanı, belediye başkanının oğlu... Yılların oda başkanı Rona Yırcalı'nın elinden 'Balıkesir Oda'sını almışlar.
Birlikte örnek bir süt inekçiliği yatırımını yapmışlar; mutlaka görmelisiniz dediler. Balıkesir Merkezi'ndeki Ertuğrul köyüne gittik. Ahıra 2 milyon; 120 hayvana da 1 milyon yatırmışlar: Devlet bu tür yatırımların % 80'ine 7 yıllık tarımsal kredi kullandırmış... Bu yatırımı Hollandalı Lely firması yapıyor. Onlar da bölgenin 'bayisi' olmuşlar;
ilk projeyi de kendileri yaparak köylülere gösteriyorlar.
Ahırda bir mühendis ile bir işçi vardı. Her işi robot yapıyor. Lely ilk süt sağım robotunu 1992'de üretmiş.
Niyazi Şimşek anlatıyor: "Biz Türkiye'de ilk kez bu işe dört ay önce başladık.

Dünyada çiftliklerde 25 bin civarında robot çalışıyor. Bunların 19 bini Hollandalı Lely firmasına ait... Lely yıllık 500 milyon Euro cirosu olan Avrupa'nın en büyük tarım makinecilerden biridir.

Robotun en önemli özelliği hassas hayvancılık yapılabilmesi...

Sağım robotu insanı hayrete düşürüyor. Her sağımda inekten 12 farklı veri alınıyor. Bunların hepsi hayvan sağlığı ve süt verimi açısından önemli bir veri sayılıyor.
Sağım robotu, her sağımda ineğin kilosunu, hangi ayağına ne kadar bastığını, verdiği sütün yağ ve protein oranını gösteriyor; süt iletkenliğini ölçerek mastitis (meme hastalığı), topallık, hızlı kilo kaybından dolayı ketosis (şeker hastalığı) olma risklerini erken teşhisle önlenmiş oluyor. 

Dolayısıyla daha sağlıklı inekler, daha çok verim, daha az işgücü, mutlu inekler ve sonunda 'mutlu çiftçi' formülünü yerine oturtuyor.

"Bir çiftlik daha kuruyoruz; böylece 300 sağmalımız olacak" diyor Niyazi Şimşek.

150 sağmalık bir çiftlik (ahır) için 2.500 metrekarede yeterli olabiliyor. Bu ahırlarda iki adet sağım robotu (4A), yem itme robotu (juno), gübre temizleme robotu (discovery) ve buzağı besleme için mama hazırlama robotu bulunuyor.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Duyuru:GKP'nin "sıfır" toplantısı


GKP'nin "sıfır" toplantısı 18 Eylül Perşembe günü saat 19:00'da aşağıda adresi verilmiş Kumlu Dersanesi'nde yapılacaktır. İlgilenenlerin katılımı beklenmektedir.


Toplantı yeri adresi: 
Kumlu Dersanesi
Altay Mah. Bezciler Cad. 29  Gönen/Balıkesir (Belediye Garajı karşısındaki sokağın içindedir).


14 Eylül 2014 Pazar

Gönen: Yerel Demografik Tarih Bağlamında Bir Karye’nin Kente Dönüşümüne Kısa Bir Bakış ve Yeni Büyükşehirleşme Olgusu (Mustafa Özcan, 13 Eylül 2014)



Gönen: Yerel Demografik Tarih Bağlamında Bir Karye’nin Kente Dönüşümüne Kısa Bir Bakış ve Yeni Büyükşehirleşme Olgusu

Yerel tarih bağlamında, Gönen (Balıkesir) İlçesi ve Çevresi ile ilgili demografik-urbanistik araştırmalar için elde mevcut tarih, coğrafya, etnoğrafya, antropoloji, sosyoloji gibi insan ve sosyal bilim kökenli bilimsel belge ve bilgiler arandığında bulmak yönünden önemli zorlukların olduğu hemen fark edilir. Buna karşın, Gönen ve Çevresi’ni farklı bakışlarla çeşitli yönlerden ele alan pek çok yerel tarih araştırmasının yapılmış, pek çok pratisyen ve akademisyen yazarın konuya katkıda bulunmuş olduğunu görmek olanaklıdır. Diğer bir deyişle Kent’in tarihi, coğrafyası, sosyal yaşamı, nüfus hareketleri, mülki ve idari yapısı, ekonomisi, bayındırlığı gibi konulara çeşitlenmiş olarak farklı bakış açıları ile değinen anlatılı yazılara kolayca rastlanmak mümkündür.

Bu çelişkinin nedeninin, bu bilgilerin önemli bir bölümünün bilimsel temelli belge-bilgi standartları bakımından yeterli düzeyde olmamalarından ileri geldiğini söylemek yanlış olmasa gerekir. Ancak,konuya yönelik tarihsel nitelikli belge ve bilgilerin tespit, tetkik ve tahlili işlerinde ortaya çıkacak iyileştirmelerle bu olumsuz durumun zamanla ortadan kalkacağı söylenebilir. 

Adlarına mezra, köy, kasaba, kaza, şehir denerek ifade edilen yerleşim birimi şeklindeki iskân yerleri, belirtilen sıraya göre tarih içinde MÖ 10 Bin yılından başlayıp Üçbin’e kadar olan yedi bin yıllık dönemde başta Ortadoğu’nun Mümbit Hilali olmak üzere dünyanın pek çok coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Bu coğrafyalardan biri de şüphesiz ki Türkiye’dir. Nitekim bazısı harabe olup artık yaşanmayan arkeolojik sit alanı şeklinde, diğer bazıları ise Anadolu’da halen yaşanan yerler olmak üzere pek çok örneğine rastlamak olanaklı olan bu iskân yerlerinin en eskilerinden biri şüphesiz Kadıköy Fikirtepedir. Burası belki de MÖ Yedibin’de Kuzey yarıkürenin en kuzeyinde yerleşim birimi mahiyeti ile iskânı yapılan ilk yer olmuştur.

Gönen, bu denli eski bir yerleşim yeri olmamakla birlikte Milat öncesinin Üçüncü Yüzyıl’ının üçüncü çeyreğinde Makedon İmparatoru İskender’in askerleri tarafından yörede bulunan kaynar sıcak su nedeni ile bir yerleşke yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Nitekim Gönen, Helenistik dönemde söz konusu termal özelliğinden dolayı Thermia adıyla iskânı kalıcı hale gelen bir yere dönüşmüştür. Böylece başlayan gelişmeler sonucunda Artemea adıyla Romalı ve Bizanslılar döneminde hem şifalı bir kaplıca mahalli hem de avcılık için bir saha olarak iyice ünlenmiş bir köy, bir karye haline gelmiştir.

Ancak Gönen’in köyden kasabaya yükselişinin Osmanlı Sultanı I. Murat Hüdavendigar’ın burayı fethiyle başladığı genel olarak kabul gören bir husustur. Bunun kanıtı olarak da Osmanlı’dan önceki dönemin sakinleri olan gayr-i müslim azınlıkların nüfustaki oranının 1334’ten sonraki Türkleşme dönemi sonrasında yedide bir çevresinde kalmaya devam etmiş olmasıdır. Diğer bir deyişle azınlıkların önceki bin yıllık dönemde sadece bir mahalle veya köy oluşturacak bir nüfusa sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Sonraki dönemde Osmanlı iskân siyaseti doğrultusunda kasaba kimliğinden hızla kaza kimliğine bürünen Gönen’in kırsal nüfusu da zamanla artarak kaza merkezi’nin altı-yedi katına ulaşmıştır. Bu artışta, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim dönemi yerleşmeleri ve 19. Yüzyıl’da Balkanlar ve Kafkaslar’dan gelen muhacırların ağırlığı büyüktür.

Cumhuriyet ilanı sonrasındaki mübadele ve 20. Yüzyıl ikinci yarısındaki Anadolu’da ortaya çıkan Batıya göç ve kentleşme olgusu şeklindeki gelişmelerle de  2000’lere doğru Gönen artık bir kent kimliğine sahiptir denebilir.

21. Yüzyıl’ın ilk on yılı ise yüzlerce yıldan beri gelen yaklaşık olarak sabit kalmış kır-kent kompozisyonunda önemli ve hızlı bir değişime uğradığı yıllar olmuştur. Türkiye nüfusuna göre yüzde biri olan İlçe toplam nüfusunun yakın zamana kadar yaklaşık olarak sabit kalmış kır-kent kompozisyonu bu dönemde hızla eşitlenmiş, ardından da 2014 yılında kent lehine döndüğü bir sırada Balıkesir’in Büyükşehir yapılması ile birlikte köylerin anakente bağlanarak mahalleye dönüşmesi sonucunda istatistiki olarak kırsal alan kavramı son bulmuştur.

Balıkesir’in arazi yönüyle Ülke’nin sayılı büyük illerinden biri olması nedeni kırsal alan nüfusu istatistikî olarak sıfırlanmış gözükse bile bu özelliğini fiilien hala koruduğu bir gerçektir. Bu bakımdan Balıkesir’in en fazla köye (mahalle) sahip ilçesi olması nedeni ile Gönen’in uygulamaya konan yeni büyükşehirleşme düzeni içinde önemli sıkıntılarla karşılaşacağına kesin gözle bakılmalıdır.

Demografi idaresi yönüyle ortaya çıkmış olan bu düzenleme kapsamında önemli bir örnek oluşturan söz konusu olgunun dikkatlice ele alınrak yönetilmesi gerektiği bellidir. 
İskan ve demografik idaresi konusunda bin yıllara varan Osmanlı-Cumhuriyet geleneğin temsilcileri olarak Anadolu’nun bu yeni sorununa çağdaş dünya anlayışı çerçevesinde çözüm bulmak tüm ilgili tarafların sorumluluğu olmalıdır diyorum.    

Mustafa Özcan (13 Eylül 2014)


  


Türk Eğitim Tarihi Bağlamında Osmanlı Medreselerine Kısa bir Bakış ve Gönen Medresesi (Mustafa Özcan, 13 Eylül 2014)


Türk Eğitim Tarihi Bağlamında Osmanlı Medreselerine Kısa bir Bakış ve Gönen Medresesi

21.yüzyılın başında görgül nitelikli pozivitistik bilimsel bakış yönteminin insan bilimleri (hümaniteler) alanına yumuşak, ama hızlı bir şekilde nüfuz etmekte olduğuna dair daha önce bilim, felsefe ve kültür ile ilgili denemelerimde kapalı da olsa bazı değinmelere yer vererek dikkat çekmek istemiştim. Nitekim bu konuya karınca kararınca katkıda bulunmaya yönelik çabalarımı dikkatli okuyan bazı okuyucuların da teşhis ettiğini sanıyorum.

Bu bağlamda, hümanitelere nüfuz ediş olgusunun ilk gerçekleştiği alanlardan biri hiç kuşkusuz tarihtir. Bundan dolayı da, holistik-entelektüel alanın bir parçası olarak görüp soyut genel ve küresel tarih konusunu ele almaktan hiç geri durmadığımı, son denemelerimde özellikle işlemekte olduğumu belirtmek isterim.   

Ancak, bu konuda eksik kalan öteki dikotomik taraf olarak özele ve yerele dair tarih konularının incelemelere katılarak sağlanacak bütünsellikle sinerjilerin ortaya çıkarılması ve dolayısıyla yerel ve özel tarih konularının da denemelerde ele alınması gerektiğini düşündüm.

Bu kapsamda da ilk olarak, bir pratisyen mahiyetiyle yıllarımı verdiğim eğitim uğraşı bağlamında özel-yerel tarih hakkındaki bir konu olarak Osmanlı Medreselerine kısa bir bakış ile değinmek ve yaşanmış özgül bir taşra eğitim kurumu örneği olarak da Gönen Medresesi’ni bir nebze olsun tanıtmak istiyorum.

Başlık işte bu doğrultudaki niyetimin özet bir ifadesidir.

Şimdilerde Türk-İslam eğitim geleneği çerçevesine anakronik olmuş kurumsal bir yapı olarak medreseler, bin yıllı geçen Karahanlıllar, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde orta ve özellikle de yüksek öğretimde görev yapmak üzere oluşturulmuş öğrenim ve öğretim sistemiydi.  Medreselerde öğrenim ve öğretim işi dinsel odaklı olduğundan, bunlar zamana uygun olarak Ortaçağ dinsel anlayışının vazgeçilmez kurumları olmuşlardır.

 Öte yandan gene Ortaçağ’ın bu anlayışının bir gereği olarak da müfredatlarına “akli olanlar yerine “nakliilimlerin” egemen olmuş olması “eşyanın tabiatına uygun” bir durumdur.

Medrese sözcüğü Arapça ders kökünden gelir. Medresede ders verenlere "müderris”, bunların yardımcılarına "muid", okuyanlara ise düzeylerine göre, büyükten küçüğe doğru olmak üzere "danişmend", "softa" veya "talebe" adı verilirdi. Talebe, öğrenmeye talip olmak bağlamından türetilmiş, “tahsilde olan kişi” anlamına gelen bir sözcüktür. 

O dönemlerde danişmendlere ayrık birer oda verilerek daha uygun bir öğrenme ortamı sağlanması eğitimde mutat olan bir uygulama olarak görülmüştür. Medreselerin önem derecesinin kadrolu müderris için tayin edilmiş akçalı maaş doğrultusunda Yirmilik, Otuzluk, Kırklık, Ellilik, Altmışlık şeklinde kurumun adında yer etmesi ayrıca adet olmuş bir adlandırma tarzıdır.  

Karahanlılılarla başlayıp Büyük Selçuklulardan devralınan ve Osmanlı’da da Orhan Bey’den itibaren temel eğitim kurumu olarak hükmünü sürdüren ve Ortaçağı kapatan Fatih Sultan Mehmet ile birlikte önemli ilerlemelere sahne olan medreselerin bu dönemde ilk devrimsel dönüşümü yaşamış olduğu görülmektedir. O dönemin eğitim ortamındaki bu kurumsallaşma İmparatorluk’un yükselişine tanıklık eden toplumun tam da odağında yer almış bir olgudur. Nitekim Fatih medreselerinin hızlı ve sistematik bir şekillenme sürecine girerek altı değişik yapı ile tanımlanan bir çeşitlenme düzeyine ulaşmış olduğu bilinmektedir. Osmanlı Eğitim Sistemi için Orhan Bey tarafından başlatılan medreseleşme süreci ile yapılan başlangıcının ardından gelen bu söz konusu ilk reform döneminden sonraki ikinci büyük dönüşüm ise Kanuni döneminde olmuştur. Bu dönemde medrese sayısının ikiye katlanarak artmış olduğunu belirtmekte yarar vardır.

Osmanlı Eğitim Sistemi’nin kurulması olarak sözü edilen, ilki Orhan Gazi Medresesi adıyla 1330 yılında İznik’te açılması ile başlayan tarihsel süreçte Devlet topraklarının genişlemesiyle birlikte sayıları artan medreseler, kurumlar olarak, hep olmasa bile, genellikle dönemin sultanının adıyla anılmışlardır. Bunlar, başta Bursa,  Edirne ve İstanbul başkentlerinde olmak üzere ülkenin pek çok şehrinde açılıp faaliyetlerini Yeniçağ boyunca sürdürerek Türk Eğitim Tarihi içinde çok önemli bir yer işgal eder durumuna gelmişlerdir.

Bu kapsamda da yukarıda belirtildiği gibi, medreseler için Osmanlı Devlet’inin sınıfsal yapılanışında seyfiyye ve kalemiyye ile birlikte üçüncüsü olan ilmiye sınıfı için ulema yetiştirmeye yönelik “maarif müessesesi” mahiyeti ile dinsel eğitim sisteminin vazgeçilemezidir demek yerinde bir ifade olmaktadır. Medrese kurumunun 17. Yüzyılda ciddi boyutlara varan gerileme sürecine girmesi ve ardından da Yakınçağı’ın başlatıcısı 1789 Fransız Burjuva Devrimi’nin etkisinde kalan II. Mahmut’un yenilik hareketleri kapsamında “eğitim ve öğretimi dünyevileştirme hamlesi” ile revizyona tabi tutulması, kurum tarihindeki özgüllüğü açısından yaşamsal önemde bir gelişmedir.

Öte yandan,Tanzimat Dönemi anlayışı olarak beliren dünyevi ihtiyaçların giderilmesi olgusuna yönelik pratik bir somutlaşma örneği olarak ilk ve orta tahsil kapsamında sekülerleşme sürecinin bir uygulaması mahiyeti ile mekteb-i iptidai, rüştiye ve idadi adlarıyla okulların açılması eğitim tarihimizin en önemli gelişmelerinden biridir. Laik bir eğitime başlangıç yapma girişimi olan bu okullar, zimni seküler gereklerle dinsel eğitime koşut ikili bir yapı oluşturması yönüyle o dönemin eğitim tarihi için kritik bir durum ortaya koymuşlardır.

Ayrıca gene bu dönemde, ilk ve orta öğretimin yanı sıra yüksek öğretim müessesesi olan medreselerin değişime uğrayarak hızla çoğalması, nihayetinde de 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren artık pek çok büyük kasaba, kaza ve şehrinde rastlanan verimsiz ve etkisiz sıradanlıklar haline gelmesi diğer önemli bir gelişmedir.

Bu noktada, 19. Yüzyılın son üççeyrek döneminde “Dersaadet”te Osmanlı toplum yapısının her alanında ortaya çıkan topyekün bir yenileşme akımı kapsamından olarak medreseyi ikame edecek pozitivistik anlayışı tesis etmeye yönelik olarak yüksek eğitimde de laik bir kurumsallaşma şekli mahiyeti ile İstanbul Darülfünunun açılmış olduğunu belirtmek isterim. Ancak, ikili (düal) bir yapı olarak oluşan bu yüksek öğretim sistemi örneğinin ömrünün hiç de uzun olmadığını ayrıca vurgulanmam gerekir.  

Medreselerin tarihçesi yönüyle değinmek istediğim öteki bir yanı da özellikle İstanbul'un Fethi’nden sonra bunların açılmasında önemli bir yoğunlaşmanın yaşanmış olduğudur.
Belirtildiği gibi, Orhan Bey ile başlayan kurumlaşma sürecinin ilk evresi olan 1331-1451 yılları arasındaki üç sittin senelik dönemde toplam olarak sadece 82 adet medrese açılmıştır. Buna karşılık 1463-1471 yılları arasındaki 8 yılda, Fatih medreseleri, ya da diğer adı ile Sahn-ı Seman medreseleri’nin sağladığı sayısal artıştaki yoğunluk katlanmalı düzeydedir.  

Öte yandan ayrıca söz konusu bu yapılanış ile bir yenilik olarak eğitim kurumundan mezuniyet düzeni için yılları bulan tanımsız ve keyfi bir tahsil süresine dayalı “icazet” (diploma) sistemi uygulanması yerine ders geçme usulüne dayalı “icazet” sisteme yer verilerek öğretimin etkililiği de yükseltilmiştir.

Gene bu dönemin bir özelliği olarak Osmanlı zamanındaki hanedan ve yakın çevresince kurulmuş medreselerle önceki dönemlerden kalanlar arasında bir ayrım yapılması cihetine gidilerek kurum adlandırılmasında dahili ve harici şeklinde nitelemelere yer verilmeye başlanmıştır.

1550-1557 yılları arasında Kanuni döneminde kurulan Süleymaniye Medreseleri ile birlikte Osmanlı Devleti'ndeki medreseleşme süreci de doruğa ulaşmıştır denebilir. Örneğin bu kapsamda bir “tebabet müessesesi” olan Darüttıp, Süleymaniye medreseleri içinde yer almıştır ki bekli de bu kurumu din dışı sivil ihtiyaçlar kapsamında yüksek öğretimdeki kurumsallaşmanın ilk örneği olan yüksek bir okul olarak kabul etmek gerekir.

Sonraki 17. Yy, Osmanlı’nın diğer tüm kurumlarında olduğu gibi medreseleşme sürecinde de bir gerilemenin, bir bozulmanın yaşandığı yıllar olmuştur. Bu yüzyıl Avrupa’daki aydınlanmanın tersine yozlaşmanın sürece hızla ve tam olarak egemen olduğu bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim bu yüzyıla dek üç buçuk asır boyunca ciddi görevler yerine getirmiş olan medreselerin bozulması, her türlü yeniliğin karşısında durmaya başlamışlığı, Hilmi Ziya Ülken şu sözleri ile özet bir şekilde ifade edilmektedir:

"İslâm dünyasının fikri üstünlük devri, tekâmül halindeki âlemle temasını kaybetmesinden, başka kültürlerle münasebetlerinin yetmezliğinden, en sonra onu ilmi keşifler ve icatlar alanında verimsiz kılan skolâstik zihniyetten dolayı zevale yüz tutmuştur "

Şimdi başlığın öteki konusu olan Gönen Medresesinden taşra türünün bir örneği mahiyeti ile biraz olsun söz etmek istiyorum.

Gönen Medresesi’nin kuruluş tarihi hakkında kesin bir bilgiye rastlanmamakla birlikte 1487 tarihli bir kayıtta Gönen kazası içinde iki talebe olduğuna dair bir değinme nedeniyle burada “ilim” yapılmakta olduğu, buradan da bir medrese olduğu sonucuna varılmaktadır.  Böylece de Gönen Medresesi’nin bu tarihten bir süre önce, medreseleşme sürecinin en parlak dönemi olarak kabul edilen 1463-1471 yılları arası Fatih Medreseleri dönemi sırasında kurulmuş olabileceği tahmini ileri sürülmektedir.

Öte yandan, pek çok diğer taşra medresesi gibi, Gönen’dekinin de 20’lik denen küçük bir medrese olduğunun kaydına fiilen rastlanmış bulunduğunu belirtmek isterim.

Ayni şekilde, 1573 yılına ait olup Gönen’de 13 talebenin mevcut olduğu ile ilgili kayıtlar da Medrese’nin küçük çaplı olduğu yönündeki bu bilgiyi teyit eder niteliktedir. 1840 tarihli belgelerdeyse Gönen Çarşı Camii’ne bağlı olarak faaliyet gösteren bir medreseden doğrudan söz edildiğinden Gönen Medresesi‘nin varlığı ile ilgili ilk doğrudan belge bulgulanmış olmaktadır.
Medresenin ders müfredatının taşradaki öteki Yirmilikler ile benzer olduğunu ve öğretim kalitesi ile performansının ise öğretici görevi yapan müderris veya müderrislerin vukufu ve gayreti ile sınırlı olduğunu belirtmek herhalde yanlış bir değerlendirme olmaz.

Okuyandaki sinerjiyi yitirtmemek için ayrıntılara girmeden holistik bir bakışla belgelere dayanan kayıtlardan hareket edilerek çıkarılmış olan Gönen Medresesi ile ilgili bu yerel tarihsel bilgileri entelektüel merakı olanlar için genel bir malumat olması niyeti ile aktarmak istedim.
Özel ve yerel tarih konularını genel ve küresel tarih konular ile birlikte dikotomik bir bütünsellik içinde ele almanın 21. Yy’ın en güçlü mottosu olan ‘küresel düşün yerel hareket et’ sloganına uygun bir yaklaşım olduğunu belirterek bu denemeyi bitirmek istiyorum.

Mustafa Özcan (13 Eylül 2014)
­­­­­­­­­­­­­­­­­­­____________________________________
Kaynakça
Akkuş, Tacettin Gönen ve Çevresi Köyleri, MVT Yayıncılık, İstanbul 2010 (2. Baskı)
Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi, Gönen Belediyesi, 1998
http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/143/17.htm

http://tr.wikipedia.org/wiki/Medrese


Not: Makalenin kısa bir özetini içeren sunuma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.dropbox.com/s/86cwf9nib0yb66j/Sunu%C5%9F%20%28Osmanl%C4%B1%20Medreseleri%20ve%20G%C3%B6nen%20Medresesi%29.ppt?dl=0