26 Nisan 2022 Salı

103 YAŞINDA BİR CUMHURİYET ÖĞRETMENİ

 


Gönen’in işgalini ve kurtuluşunu yaşadı.

Kıymet Gazez, tam bir cumhuriyet öğretmeni. 103 yaşında!

1915 yılında, Gönen’de doğan, emekli edebiyat öğretmeni Kıymet Gazez, Atatürk ile iki kez karşı karşıya geldiğini vurgularken, “40 yıl, Atatürk’ün sayesinde edebiyat öğretmenliği yaptım. O, olmasaydı, okur-yazar bile olamazdım. Bugün bile ülkemizde hangi taşı kaldırsak, altından Atatürk’ün bir eseri çıkar.” Dedi. Kışları Gönen, yazları ise Erdek’te, Cansever Sitesi’ndeki dairesinde yaşayan Gazez, Atatürk ile ilk karşılaşmasının, Balıkesir’de, Kız Ortaokulu’nun üçüncü sınıfında öğrenciyken gerçekleştiğini belirtirken, şunları söyledi:

“Müdürlüğünü Hayri Egeli’nin yaptığı okulumuzun üçüncü sınıfında okuyordum. Sınıfımızda 16 kız vardı. O gün, okulumuza Atatürk’ün geleceği söylendiğinde hepimiz çok heyecanlandık. Derslere ara verildi ve Atatürk’ü beklemeye başladık. Benim masam, pencerenin yanındaydı. Atatürk’ten önce onun gri renkli köpeği sınıfa girip şöyle bir dolaşarak, çıktı. Ardından gri renk bir sivil takım elbiseyle Atatürk, sınıfımıza girdi. Selam verip bizlere gülümsedikten sonra arkaya, benim masamın yanına gelerek, arkasını cama dayadı. Bir arkadaşımızı tahtaya kaldırdı. Bir ara elini, masamın üzerine koydu. O anda uzanıp elini öpmek istedim ama cesaret edemedim. Bir süre sonra da sınıfımızdan ayrıldı. Bugün, halen neden Atatürk’ün elini öpemediğime üzülüyorum. Atatürk, o akşam, İstasyon Meydanı’nda, halka bir konuşma yaptı. Hınca hınç bir kalabalık vardı. Meydan, bayram yeri gibiydi. Neredeyse tüm Balıkesir oradaydı. Atatürk’ün konuşmasını, meydanın hemen yanındaki bir akrabamın evinin balkonundan dinledim.”

Bir yıl sonra, cumhuriyetin 10. Yılında Bursa Öğretmen Okulu’nda öğrenciyken, bu okulun izcisi olarak Ankara’ya gittiğini belirten Kıymet Gazez, şöyle konuştu:

“O gün, Atatürk, kurmaylarının da bulunduğu bir araçla stadyuma giderken, çok yakınımızdan geçti. Elimi uzatsam, ona dokunabilecek kadar yakındım. Atatürk’ün o yıl orada okuduğu 10. Yıl Nutku’nu canlı bir şekilde dinleme mutluluğuna ulaştım. O nutkun sonundaki,”Ne mutlu Türk’üm diyene!” cümlesi büyük alkış toplamıştı.”

Atatürk gibi bir devlet adamının bir daha dünyaya gelmeyeceğini vurgulayan emekli edebiyat öğretmeni Kıymet Gazez, “Atatürk, padişahlık döneminin borçlarını ödedi. Kurtuluş Savaşı’ndan başarıyla çıktı. Devrimleri yaptı. Cumhuriyeti kurdu. Onun döneminde öğretmenlik maaşım 42 liraydı. Sonra 50 lira oldu. Harca harca bitmezdi. Paranın değeri vardı.”

            GÖNEN’İN İŞGALİNİ VE KURTULUŞUNU YAŞADI

Doğum yeri Gönen’in düşman işgalini ve kurtuluşunu gördüğüne işaret eden Gazez, şunları anlattı:

“İşgal yıllarında, Gönen’de bir Rum Mahallesi ve Rum Kilisesi vardı. Yunan askerlerinin kışlası bulunuyordu. Rumlarla Yunanlıların astıkları astık, kestikleri kestikti. Gönen Müftüsü, Kurtuluş Savaşı’yla ilgili vaaz verdi diye tırnakları sökülerek, işkenceyle öldürüldü. Bir gece Rumlarla Yunanlılar, Gönen’de Türk katliamı yapmaya karar verdiler. Müslümanların yaşadığı evlerin kapılarına, kireçle çarpı işareti koydular. O gece, tüm komşular, bizim evde toplandılar. Kadınlar, korkudan birbirlerine sarılarak ağlaşıyordu. Ben, annemin kucağındaydım. Annemin, korkudan titrediğini hissediyordum. Namazlar kılınıyor, dualar ediliyordu. Hava kararırken, ilçede silah sesleri duyuldu. Balıkesir’den gelen Kuvay-ı Milliye güçleri ilçemize girerek bizleri kurtarmış, Yunanlıları yok etmişti. Sabaha karşı minarelerimizden okunan ezanlar, kurtuluşumuzu müjdeliyordu. Yine hiç unutmuyorum, Yunanlıların, ilçemizden yok edilmesinin ardından Zeytullah ismindeki kişi, bugünün Darüşşafaka kurumu gibi bir “Öksüzler Yurdu” açtı. Kurtuluş Savaşı’nda babalarını yitiren çocuklar, bu yurtta barındırılarak okutulup meslek sahibi yapıldılar.”

İlkokula başladığı sırada Arapça harflerle öğretim yapıldığına dikkat çeken Gazez, şöyle konuştu:

“Arap harflerini hiç sevmedim. Zaten 1. Sınıftan 2. Sınıfa iltimasla geçtim. İkinci sınıfı Balıkesir’de okudum.1928 yılında, dördüncü sınıf öğrencisiyken, Latin harfleri kabul edildi. Bu harfleri çok sevdim. Eğer Atatürk, ülkemizde Latin harflerini getirmeseydi, değil ülkeme 40 yıl hizmet etmek, okur-yazar bile olamazdım.”

            DENGELİ BESLENİYOR

Uzun yaşamın sırrını öncelikle dengeli beslenmesine bağlayan 103 yaşındaki Kıymet Gazez, şunları söyledi:

“Beslenme konusunda doktorların önerilerine aynen uyarım. Aradan 4 saat geçmeden, yeni bir şey yemem. Meyveyi, yemekten önce yerim. Her yemeğimde zeytinyağı kullanırım. Sebze yemeklerini tercih ederim. Mecbur kalmazsam et yemekleri yemem.”

NOT: Bu söyleşi, Bandırma Ticaret Odası’nın 2017 yılı dergisinde ve diğer yayın organlarında yayınlanmıştır.

Önder Balıkçı

 

11 Nisan 2022 Pazartesi

Osmanlı Tarihi Ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -XVII-

 

 

Osmanlı Devleti’ne tabakalaşmasının paralelinde yapısındaki işlevsellik yönüyle, global olarak genel hatlar dikkate alınıp tarihsel özü mahiyeti ile bakıldığında devlet sisteminin temelinde üç ana kurumsal yapının varlığı gözlenir: Askeridini ve mesleki. Öte yandan da söz konusu bu üç kurumun fiili varlık olarak sosyal yapıdaki tabaklaşma çerçevesinde seyfiyeilmiye ve ahilik sınıfı kadroları şeklinde bir zümreleşmeyi de oluşturdukları göze çarpar.

Seyfiye sınıfı (zümresi), teşkilat olarak başlangıçta Selçuklulardan geldiğinden taşra olarak addedilebilecek eski Beylikler sahasında varlığını sürdürüyorken bir Avrupa coğrafyası olarak Rumeli’deki yayılmanın sağladığı olanaklarla zamanla giderekten Hanedan odaklı olarak merkezin bir öğesi olmuştur. Gene Hanedan’a yakın bir zümre (sınıf) olarak ilmiyeteşkilatı olarak kuruluş döneminde taşradaki tarikat şeyhlerince temsil edilirken daha sonraları “payitaht” merkezindeki ulema kadrolarının bu alanın iktidar gücünü ele geçirmesi ile bu zümrece temsil edilmeye başlandığı görülmektedir.

Öte yandan iktidar gücünün sıklet noktasının merkez-çevre arasında Osmanlı tarihi boyunca gel-git hareketi yapan bir salınım sergilediğini burada yeri gelmişken özellikle belirtmeden geçmemek gerekir. Bu durumun, yani iktidar gücü sıklet özeğinin merkezçevre arasındaki gel-git şeklindeki oynaklığı üretsel esasa yerine fetih esasına dayanan, yani altyapısal olmayıp üstyapısal toplumsal dizge temelli olan devlet yapısının bir sonucu olduğunu belirtmek doğru ve yerinde olacaktır.

Ayrıca, devlet yapısında zaman içinde ortaya çıkan kaçınılmaz bir olgunlaşma olgusu olan bürokratikleşmenin bir sonucu olarak da İmparatorluk’un son asırlarında ortaya çıkan bu süreçte bir “kalemiyye” sınıfının oluştuğu bilinmektedir. Söz konusu bu bürokratik kurumlaşmanın başlangıcı olarak da Osmanlı’da Batı tipi diplomasinin belirdiği bir dönem olan “Lale Devri”ni kabul etmek doğru olacaktır. Ancak, gerçek anlamda Batı tipi bir bürokratikleşme süreci için Tanzimat dönemini beklemek gerekmiştir diye düşünüyorum.

Merkez-çevre arasında ortaya çıkan bu yatay boyuttaki güç sıkleti noktası kaymalarının yanı sıra, yine vurgulanması gereken diğer bir benzer bir olgu daha vardır. Bu, dikotomik kutupsal bir yapılanış biçimi olan dikey boyutun en önemli temel-öğesel göstergesi olarak ahilik ve ilmiye teşkilatları arasında tarih boyunca gene karşılıklı gel-git hareketi şeklinde görülen iktidar gücü sıklet noktalarındaki kaymalardır.

Öte yandan, birey olarak insan, dolayısıyla derlemsel yapı olarak toplum formasyonuna özdeksel ve tinsel yönler sağlaması bakımından ticari (ekonomik) mahiyetteki kurumlaşmanın, dini mahiyette olandan, toplumsal değerler sağlama yönü ile Osmanlı Emperyal Sistemi’ne total olarak daha düşük düzeyli bir temsiliyet sağladığı açıkça görülmektedir. Bu iki toplumsal kurumdan ilkinin İmparatorluk’un yükseliş, diğerinin ise duraklama ve gerileme dönemlerinde özellikle güç kazandığını söylemek yerinde bir saptama olacaktır.

Bu bağlamda konuya tekraren bakıldığında, Osmanlı’nın emperyal bir düzen olarak ereğinin fetih edilmiş büyük coğrafyada ticariemtia transaksiyonuna ve sağlıklı bir küresel iletişime fiziken erişim güvenliğinin sağlaması ve denetlemesi olduğu görülmektedir.

Bu bakımdan, varoluşunu belirtilen bu maksatla sağlayan “hegemonik bir düzen şekli olarak Osmanlı İmparatorluğu,nüfus yoğunluğu dikkate alındığında eriştiği coğrafyadaki doğal-kıtasal sınırların genişliği yönüyle Batı’nın ve Ortadoğu’nun en son “Ortaçağ Emperyal Düzeni” örneğini oluşturduğunu söylemek olanaklıdır.

Bu nedenle “Pax Ottomana” teriminin hiç de yanıltıcı olmadığını vurgulamakta yarar var sanırım.(*)

__________________

(*) Devamı gelecektir.

Mustafa Özcan