9 Aralık 2020 Çarşamba

Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri1

 

 

 

    Osmanlı Tarihi, tarih felsefesine kaynak oluşturma yönü ile tüm öteki özel dünya tarihleri içinde hümanizm alanı ile ilgili olan bazı paradigmik ilkelerin varlığını gizliden gizliye içinde barındırması bakımından ayrıcalıklı bir konum sergiler. Bu durum konu ile ilgilenmiş pek çok tarih disiplinini araştıranlar ile tarih felsefesi yorumcuları tarafından fark edilmiş bir husustur.

 

    Bu nedenle de yakın zamanlarda Osmanlı Tarihi’ne yönelik araştırmalar boyutlanarak artmış bulunmaktadır.

 

    Nitekim Osmanlı’nın, Macciavelli’nin Hükümdar adlı yapıtına esin kaynağı olmuşluğundan ötürü böyle bir savı rahatlıkla ortaya atabileceğimiz gibi tarihin paradigmik ilkelerinin keşiflerinin yapılabileceği bir bilgi arkeolojisi alanı olarak da özsel bir değere sahip olduğunu ve bunun da hümanitelerin araştırılması açısından yüksek bir verimkârlık değeri taşıdığını söyleyebiliriz.

 

    Bilindiği üzere paradigmik ilkeler genelde devasa bilgi kümelerinin somut ve soyut yanlarını bir bütünlük içinde tanımlayabilmek amacı ile küme yapısına anlam veren zirvesel ana kavramlarındaki teori-pratik oransallıklarını ortaya koyma olgusudur.

 

    Daha açık bir ifade ile paradigma belli bir bilgi alanındaki yaşanmışlıklar düzleminin mevcut ampirisi ile bunu açıklamaya yönelik teoriler arasındaki çatışmalar sonucunda bunlardan en makulü olarak ortaya çıkıp konunun önde gelen sahiplerince kaynak kuram çerçevesi olarak kabul edilen görüştür. Fizikte mekanik vekuantum paradigmaları bu hususa örnek teşkil eden iki ana kavramdır. İlkinin ortaya atılışı 1687, ikincisi ise 1927 tarihlidir. Kesin deterministik bir ölçüm yapılabilirlik görüşüne dayanan Mekanik paradigmanın fikir babası I. Newton iken olasılıkçı ölçümlere dayanan kuantum mekanikçi görüş ise N. Bohr’a aittir.

 

    Diğer yandan, A. Kuhn tarafından doğa bilimleri için genel bir deyişle tanımlanıp dile getirilen paradigma kavramı ilk defa ortaya atıldığı 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısının ortalarından bu yana pek çok bilim dalı için kullanılır olmuştur. Bu yönüyle kavram bir bilim grubu için ana anlayış eksenini belirten görüş olmaktadır ve zaman içinde değişmektedir. Bu doğrultuda bazı hümanite dalları için de paradigmalar oluşturmanın olanaklı olduğu anlaşılmaktadır.

 

    Bunlardan biri de kuşkusuz tarih disiplinidir.

 

    İşte bu makalede yapılmak istenen şey olan tarih felsefesi olarak görülen interdisipliner bu alan içinparadigmik ilkeler oluşturmak bana oldukça yararlı ve olumlu bir girişim gibi gözükmektedir.

 

    Osmanlı tarihi esas alınarak ortaya çıkarılan tarih felsefesine dayalı tarihin yörüngeleri, diğer bir deyişle tarihin ana eksensel anlayışları paradigma ilkeleri için temel kaynak olan irdeleme düzlemini de ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda, bu düzlemde yapılacak değerlendirmeler ile ortaya çıkacak görüşler ilkelerin formülasyonuna çerçeve oluşturacaktır diye düşünüyorum.

 

Mustafa ÖZCAN

20 Ekim 2020 Salı

İskender ile Diyojen

 

İskender ile Diyojen

 

İskender, Biga çayında  Pers ordusunu yener. Gordiyon’a gelir.

Diyojen hakkında duydukları vardır. Onunla görüşmek ister ve generallerinden birine onu Sinop’tan getirmesini söyler. 

General Sinop'a gider Diyojen’i bulur ve kendisini İskender'e götürmek için geldiğini söyler.

Diyojen, Generale İskender'in kim olduğunu sorar.  General'de onun dünyayı fethe çıkan 

Makedonya'nın genç kralı olduğunu söyler. 

Diyojen Generale ; '' kölemin kölesi, görüşmek istiyorsa buraya gelsin'' der.General döner ve İskender'e Diyojen’in sözlerini iletir. 

İskender Generali ile Diyojen'e gider. 

Diyojen'e ' dünyayı fethe çıkmış bir kralın nasıl olur da fıçıda yaşayan, su içmek için bir tası bile olmayan bir adamın kölesinin kölesi olduğunu sorar.

Diyojen, İskender’e onu dünyayı fethetmeye neyin sebep olduğunu sorunca,

İskender ; ''hırs '' der. , Diyojen de ; '' işte o da benim kölem ''der.

O zaman akşam güneşinin önünde duran İskender 'dile benden ne dilersen ''deyince;,,

Diyojen ''gölge etme başka ihsan istemem ''der. 

İskender bir kere daha baltayı taşa vurmuştur. 

Generaline döner : ''İskender olmasaydım, Diyojen olurdum ''der ve yola koyulurlar.

 

Kıssa: ya hırsın kölesi ya da efendisi olursunuz. Arada kalanlardan bahseden olmaz

 

21 Eylül 2020 Pazartesi

İSMAİL HAKKI UZUNÇARŞILI'NIN GÖZÜYLE GÜNEY MARMARA (MYSİA) KİTABININ ÖNSÖZÜDÜR

 

Başlarken…

Eskiden “Küçük Asya” denilen bugünkü Anadolu yarımadası, yerkürenin jeolojik oluşumlarının en ilginç mikro-plakalarından birini temsil etmesi ilkçağlardan, hatta tarih öncesinden beri gelen Eski Dünya, “Afro-Avrasya”nın ortasında kavimler göçü için bir köprü olması nedeniyle yeryüzünün çok önemli jeo-stratejik bir kara parçasını oluşturur.

Öte yandan, Anadolu’nun kuzey batısındaki Güney Marmara bölümü ise doğasının sağladığı yüksek biyolojik verimliliğinin çekiciliğinden dolayı dünyada en çok göç alıp vermiş bir coğrafi-demografik bölge olmaya adaylığını koymaktadır.

Ayrıca, Güney Marmara’nın Antik çağda “Küçük Misya” denen Gönen Çayı ile Nilüfer Çayı arasında kalan daha küçük bir parçasının olağanüstü yüksek tarımsal verimliliğinin sonucu Neolitik ile birlikte çok yoğun bir köyleşmeye ve daha sonra ticaretin gelişmesiyle ile birlikte de yoğun bir beldeleşmeye sahne olduğu görülür.

Öte yandan doğal verimliliğinin insanoğluna bağış ettiği geçimsel refahın kentsel oluşumlara yol açmış olması diğer bir yönden de bugün Güney Marmara’nın arkeolojik değerler bakımından çok zengin bir bölge olmasına zemin hazırlamıştır.

Dolayısıyla “Küçük Misya”nın Bursa ve Çanakkale dışında kalıp günümüzde Balıkesir iline bağlı verimli ilçe merkezlerimiz, Bandırma, Gönen, Erdek, Manyas ve Marmara’nın kent nüveleri olarak gelişim öykülerini arayıp bulmak için hem bugüne hem de kadim dönemlere bakmak gerektiğini anladık.

Bu bakış kapsamında, Güney Marmara’nın bu bölgesinin mitolojik, tarihsel, ekolojik, kültürel, folklorik ve arkeolojik değerlerini, gelenek ve görenekleri yurda ve dünyaya tanıtmak üzere ilk olarak Gönen’de oluşturulup haftalık toplanan çalışma grupları şeklinde başlayan platformlaşma sürecini sonradan başta Bandırma olmak üzere alt bölgenin diğer üç ilçesini de kapsama alacak şekilde genişlettik.

Şimdi artık İnternet ortamında her bir ilçe merkezine özgü kültürel haberleri yayımlamak için oluşturulmuş sosyal medya ortamlarının bir araya gelmeleri ile oluşmuş olan GMKPB, Güney Marmara Kültür Platformları Birliği mevcuttur. Birlik yürütme kurulu aylık ve yıllık çalışma programları çerçevesinde her ay Bandırma’da toplanarak yaptığı değerlendirmeler sonucu projeler üreterek çalışmalarını sürdürmektedir.

Öte yandan sürmekte olan sivil toplumsal niteliğindeki bu faaliyetlerde ortaya çıkan tüzel kişilik gereğini karşılamak üzere de Güney Marmara Yaşam, Kültür ve Sanat Derneği kurulmuştur.

2014’ten bu yana örgütlenme, iletişim, tanıtım ve bölgesel sorunların saptanması ile geçen birkaç yılın ardından şimdi artık doğrudan çözüme yönelik projelerin oluşturulması şeklindeki faaliyet dönemine geçilmiş bulunmaktadır.

Bu kapsamda ilk olarak Güney Marmara’nın tarihi ve arkeolojik değerini tanıtmak üzere genele referans niteliği taşıyan kitabi bir belgenin hazır edilmesi şeklindeki proje oluşturulması kararlaştırıldı. Böylece Küçük Misya’nın Karesi Vilayeti’nde kalan bölgesinin tarih ve arkeolojisini kısaca genel tanıtımı yapan, fakat artık dil ve içerik açısından yenilenmesi gerekli olan değerli Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Karesi Vilayeti Tarihçesi adlı kitabının bu bölümü kapsamında bir kitap çalışması projesi oluşturuldu.

Bu kapsamda Ulaş Töe Sivrioğlu ve Abdullah Yılmaz’ın değerli ve gayretli çalışmaları ile ilgili yapıtın, içeriğine eklenen yeni bilgi ve görseller ve olağan üstü güzel değişiklikle genişlemiş güncellenmiş olan yepyeni bir kitap oluşturulması projesine 2018’de başlandı ve sonuçta şimdi elinizde tuttuğunuz bu özgün yapıtın ortaya çıkması sağlandı.

Bu kapsamda proje oluşumunun çeşitli aşamalarına katkı sağlayan başta Ulaş Töre Sivrioğlu ve Abdullah Yılmaz olmak üzere GMKPB üyesi dostlarım ile maddi desteği esirgemeyen, Bandırma’nın eğitsel ve kültürel gelişimine katkıları bağlamında Bandırma’nın ve bölgenin tarihsel bilinç ve sorumluluğunu idrak etmiş olduklarını daima gösteren KEV yöneticisi Yavuz Demiralay ve yardımcıları ile mütevellilerine teşekkürlerimi aktarmayı bir borç bilirim.

Mustafa Özcan

 

 

24 Haziran 2020 Çarşamba

Mustafa Özcan Adnan Genç röportajı


25 yıldır diyalektik yöntemle…

Adnan Genç
Kadıköy Düşünce Platformu, günlük yaşamın bilim, kültür, politika, sanat, ekonomi, devlet ve yönetişim konularının sorunlarına disiplinler arası ve ötesi anlayışla holistik ve evrimselci bir yaklaşım ile çözüm arayışı çabası içinde. Bu anlayış ile uzun yıllardır çalışan topluluğun kurucusu ve koordinatörü Mustafa Özcan ile konuştuk. Daha önce turnusol.com adresinde yaptığımız bir söyleşiye ek olarak güncelleme bilgileri de aldık. Bilimlerin bilimi bağlamında hayli özgün bir dizi toplantı yapan topluluğu size hatırlatmaya ve yeniden tanıtmayı düşündüm. Çünkü hak ediyorlar. Hak edene, hak ettiği kadar…
Mustafa Özcan (solda)
Kadıköy Düşünce Platformu, 25 yıldır diyalektik yöntemle ‘bilimsel düşünce’ üreten bir grup. Gruba öncülük eden Mustafa Özcan, Atatürk’ün 1416 sayılı ‘Dış Ülkelere Öğrenci Gönderme’ programının son tertip yolcularından…
Okumaya, bilgi edinmeye ve tartışarak çözümler bulmaya yönelik bir algıya sahip olmak; bilimsel düşüncenin temel izlekleri üzerindesiniz, anlamına gelebilir. Bu algıya besleyen bir form da bir forum sahibi olmanız. İstanbul’da, 25 yıldır ‘Kadıköy Düşünce Platformu’ adı altında ‘bilimsel düşünce’ çalışan bir grup insan var. Tartışma konularını diyalektik yönteme tabi tutarak ele alıyorlar. Grubu kuran ve kolaylaştırılmasında öncülük eden Mustafa Özcan.
Sıkışık İstanbul trafiğinde vakti değerlendirmek için yapılan okuma sohbetlerinden başlayan grup, kısa sürede düzenli buluşmalara ve programlı toplantılara geçmiş. Yıllardır hiç aksatılmayan ‘Kadıköy Düşünce Platformu’nu ve oraya varan kendi öyküsünü Mustafa Özcan’a sorduk.
Tek çözüm yöntemi; bilim
“Bilimsel düşünce, her şeyi bilim ölçüsüne göre değerlendirmektir. Bilimsel düşünce sorgulamayı, eleştirmeyi, bilimin açıklamalarına göre düşüncelerine ve eylemlerine yön vermeye çalışmayı, eleştirilere açık olmayı, nesnel olmayı, gerçekçi olmayı ve insancıl olmayı içerir. Bilimsel düşünceye sahip insanlar bilimi, hayatın her alanında ve her konuda biricik doğru bilgi kaynağı olarak görür. Öyle olunca bilimsel düşünceye sahip kişi destanlar, dogmalar, hurafeler, fallarla yönetilip yönlendirilemez. Çünkü bu kaynakların doğruluğundan kuşku duyar.” Bu önermelere koşut olarak da, “Bilimsel düşünce özgürleştiricidir.” diyor, Mustafa Özcan…
Mustafa Özcan (ortada-oturan)
Özcan, Atatürk’ün 1416 sayılı ‘Dış Ülkelere Öğrenci Gönderme’ programının son tertip yolcularından… Sonrasını şöyle anlatıyor:
“1967’de Berlin’deydim. 1973’de Berlin Teknik Üniversitesi master sınıfından kimya yüksek mühendisi olarak mezun oldum. Burası ’68 eylemlerinin doğduğu kenttir… Hocalarımızın ve öğrenci lideri arkadaşlarımızın da katkılarıyla elbette… O vakitler, şehirde ‘American House’ (Amerikan Kültür evi gibi bir yer vardı)… Olayların gelişme evrelerinde doğrudan oraya giderdik ve camlarını indirirdik. Her kırışımızdan sonra yenisini hemen takarlardı. Nihayet akıl ettiler ve cam görünümlü plastik döşenince bizler de buraya taşlamaktan vazgeçtik. Taşlayanlar arasında meşhur ‘Kızıl Dany’ (Alman Yeşiller’inden milletvekili olan) Daniel Cohn Bendit de vardı… Tabii hocamız Herbert Marcuse çok önemliydi… Herbert Marcuse (d. 19 Temmuz 1898, Berlin – ö. 29 Temmuz 1979, Almanya) ABD’li önemli bir düşünürdü. Muhtemelen biliyorsunuzdur ama kısaca anlatmalıyım; Frankfurt Okulu mensuplarından biri olan Marcuse, Marksist kuramını, 1920’den başlayarak değişen tarihsel koşullarla uyumlu hale getirmenin mücadelesini vermiştir. Bu amaçla, eleştirel Marksizmin kendi versiyonunu öne süren ve 1960’lı yıllardan başlayarak uluslararası bir ün kazanan Marcuse, ABD ve Avrupa’daki yeni sol hareketin destekçisi ve savunucusu olmuştur. O, söz konusu eleştirinin ardından, estetik ve biyolojik değerlerin yüceltildiği bir toplum düzeni arayışına girmiştir. Geleceğin toplumuna ilişkin görüşleriyle özgürlükçü bir komünist olarak nitelenen Marcuse, özgür, güzel, aydınlık, cinsel içgüdülerin bastırılmadığı, herkesin yeteneğine göre özgürce çalıştığı, çalışmanın bir oyun haline getirildiği, devletin baskıcı görevine gerek duyulmayan bir toplum düzenini özlemiştir. Avrupa’ya geldiğinde önce Fransa’ya gitmiş ama oraya almamışlardı. Sonra Berlin’e gelmiş… ‘Kurumları yıkın’ dediği bir konuşmasından sonra ‘68 Hareketi’ Berlin’de başlamıştır… Alman kitlesel gençliğinin ’68 dönemindeki solculuğu Marksist olmaktan ziyade romantik bir karaktere sahipti. Bunun nedeni de Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin o tarihlerde Marksist Erfurt Programı yerine özgürlükçü sosyalizm ekseninde olan Godesberg Programını kabul etmiş olmasıydı.”
Türkiye’ye dönüş ve iş ortamı

“71’de ise belli bir darbe ve değişim dönemi yaşanıyordu. Bor ve türevleri üzerine eğitim almış biri olarak Bandırma’da çalıştığım sırada; her olayın belli bir ideolojik bakış açısıyla değerlendirildiğini saptadım. Türkiye’ye 1973’te döndüm. İşyerinde Yeni Ortam gazetesi okumamdan dolayı 1971 12 Mart’ının baskısını bana güzelce hissettirdiler… Alman ekolünden edindiğim fikri yapı da beni meşhur Sülfürük Asit Fabrikaları’ndaki direnişin parçası kıldı… Tabii bu durumda beni merkeze (Ankara’ya) yolladılar. 10 yıllık mecburi hizmetimi bir biçimde sürdürmeliydim ve Etibank merkezde çalışmaya başladım. Tabii ben neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenmeye başladığım sırada, be kez 12 Eylül Darbesi geldi ve ideolojik bakışımın özellikle antimilitarist nüveleri oluşmaya başladı. 78’de DPT’de Ecevit’in planlama gruba üyesi çalışmaya başlamıştım… Dönemin, yani 80 öncesinin uzman grubunun 12 Eylül sonrasında Özal – Cunta işbirliği sonunda gönderilmesiyle, kovulmuş oldum… İstanbul’a gelmiş ve evlenmiştim artık. Paşabahçe’de işe başladım. 24 yıllık bir emeğim oldu. 2007’de de Şişe Cam’dan emekli oldum. Türkiye’de yaşadığım iş hayatım budur.”
Entelektüel dünyanın nimetleri…
“Entelektüel gelişmem felsefe ile ilgilenmemle oldu. 1960’ların sonunda Almanca kitap toplamaya ve okumaya başladım. Orada güçlü bir Marksist damar vardı(r). Aslında biliyorsunuzdur şöyle bir söylence de vardır: Marcuse oraya Amerikan solunun bir temsilcisi olarak geldi. Önce Paris’e gönderilmek istenmişti ama ideolojik düzey gelişmişliği nedeniyle Berlin’e gönderildi. Aslında ABD’den uçakla Paris’e gelirken De Gaulle Havalimanı’na iniş izni ver(il)meyince doğrudan Berlin’deki ABD hükümranlık bölgesine yöneltildi…
73’de İnönü ile Ecevit arasında koltuk değişimi oldu ve bu solun kendiliğindenci ilk hareketi olmuş oldu, bence. Kitleler bir biçimde olaylara katılmış oldu. Zaten biliyorsunuz 77’de Kıbrıs üzerinden bir iktidar olanağı yaratılmış oldu… Buradaki gelişmeler biliyorsunuz, solun DPT’deki varlığı ile gelişti… Doğaldır ki, ben çevremdeki düşünce dünyasının gelişimini anlatıyorum. Merkez değildik ama etkin bir düşünce dünyasına sahiptik…”
Kadıköy Düşünce Platformu
“Şişe Cam’da görev yaparken, Kadıköy yakasında oturup Topkapı’da çalışıyor olmam nedeniyle yolda epeyce vaktimiz yitiyordu. Henüz ikinci köprü yapılmamıştı. Topkapı’ya kadar şişen bir trafikte heder olurduk. Günde 3 saatimiz yollarda, servis içinde geçerdi. Bir gün, George Thompson’un bir kitabını okurken, çevreme anlatmaya başladım. İnsanlar koltuklardan uyanıp beni dinlemeye başladılar. İçeriğini sordular, kitabı anlatmaya başladım ve birkaç kişi üzerinden 1-2 kitabı haftada bir devirmeye başladık. ‘Felsefe Yolu’ olarak nitelediğimiz bu yol, platformun kuruluşunun yolu sayılabilir. 1993’de ikinci köprü açıldığında yolumuz kısalınca, kitap konularını yapamaz olduk ve bir yer üzerinden bunları sürdürmeyi kararlaştırdık. Cumartesi günleri toplanıp, kitap konuşmaya başladık. Beş arkadaşımızla bu işe başlamış olduk. Evlerde oturuyor ve tartışıyorduk… 94’de daha organize hale geldi ve öğleden sonraki 2 – 6 saatleri arasında buluşmalarımız başladı. Düzenli ve kesintisiz olarak…”

Ne konuşuruz, kiminle konuşuruz?
“Her türden felsefi konunun bilimsel temelde irdelenmesi biçiminde, sürüyor tartışmalarımız… Günlük konuşmalar halinde sürmüyor konularımız. Dikkat ettiğimiz bir konuda ne konuşup, ne konuşmayacağımız… ‘3 S’ konusunda konuşmayız. Spor, Siyaset ve Seks konuşmayız… Herkesin bu konularda özgün fikirleri oluyor ve bu konularda kördüğüme dönüşen tartışmalar çıkar diye, konuşmaz olduk. Seçtiğimiz konular; bütünlüklü olarak bilimsel konulardır; humaniter alanlarda daima bilen kişi konuşur. Diğerleri susar. Felsefeci Ludwig Wittgenstein’in, ‘Bilmiyorsanız, susun’ ilkesine uyduk… Rahmetli Uğur Mumcu’nun ‘Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz’ ilkesine koşut bir tutumdayız…
Şimdiye değin irdelediğimiz konuları şöylece sayabilirim:
Evrenin başlangıcı olan astronomiyle ilgili temel konular; (Kozmogoni) kozmoloji dahil. Kuantum fiziği, Ahlak felsefesi, Siyaset Bilimi (Politoloji), Dil bilim, Mantık, Doğanın Özü Fizik, Matematik (Tarihi ve Temelleri), Düşünme Biçimleri, Psikoloji, Sosyolojinin Teorik kimi Dallarındaki Gelişmeler, Antropoloji, Masalbilim, Mitoloji…”
Diyalektik yöntem ile…
“Kurallarımız ve konularımız kadar bir de yöntemimiz vardır önemli olan. Diyalektik düşüncenin her türlü düşünce formunda kullanılabilir olmasına özen gösterdik. Konularımız tamamı diyalektik olarak irdelenir… Tek temel kıstasımız diyalektik bakış açısıyla ele almaktır. Muhtemelen dünyada da tekiz. 5 yıldır bu yöntemi ısrarla kullanıyoruz…
Katılımcılarımızın her konuya yatkınlığı mümkün değil. Bilgi yoğun bir konferans yöntemi her zaman ve herkesi kapsayamayabiliyor. Bir yıl boyunca kimilerimiz dinleyici konumunda kalıyor… Toplamda 25 kişiyle toplantı yapıyoruz. Aslında farklı platformlarda farklı sunuş biçimlerini de denedik. Konferanslarımıza daha çok insan katılabilmiş oldu. Başka bir yöntemimiz de panel düzenlemektir. Omurgası olan grubumuzun etkinliğini sohbet formunda yapıyoruz.
Yaz toplantıları

Yılın her haftası toplanıldığını belirten Mustafa Özcan, konuklu toplantıları daha çok yaz aylarında yaptıklarını ve tam bir popülerlik kaygısı gütmeseler de daha çok insanın ilgisini çekebilecek bir form denemeye çalıştıklarını söylüyor… ‘Kadıköy Düşünce Platformu’ toplantılarının konuşmacı konuklar arasında Orhan Bursalı, Mehmet Altan, Algan Hacaloğlu, Nejat Bozkurt var.
Ne diyelim, Mustafa Özcan ve arkadaşlarını tebrik edelim. Diyalektik yöntemle bilimsel düşünce ürettikleri çalışmaları ve toplantıları duralım, izleyelim. Çünkü bilim temelli düşünce, insanlığın sahici ve temel ihtiyaçlarındandır…
Holistik Bir Oluşum Olarak KDP
Kadıköy Düşünce Platformu, KDP, çeşitli eğitim ve iletişim ortam ve biçimlerini kullanarak holistik düşünsel ve holistik bilimsel çalışmalar yapmak amacı ile birliktelik kuran gönüllülerin oluşturduğu entelektüel bir düşünce grubudur.  Birliktelikleri 1994’ten beri sürdürmekte olup bağımsız düşünce kimliğine sahip bir STK olma niteliğindedir. 
Bu kapsamda KDP holistik (bütünsel) yaklaşımla bilimsel zeminde Avrasya odaklı entelektüel bir merkez olma misyonu ile yola çıkmış olarak toplumu ilgilendiren evrensel ve yerel düzlemdeki bilimsel fikir ve düşüncenin üretim ve değişimini özgürce yapmaktadır.
Topluca ifade edilirse, KDP, günlük yaşamın bilim, kültür, politika, sanat, ekonomi, devlet ve yönetişim konularının sorunlarına disiplinler arası ve ötesi anlayış ile yaklaşarak holistik, bilimsel ve evrimselci bir vizyon doğrultusunda sorunlara çözüm arayışı çabası göstermekte olan sivil bir düşünce girişimidir.
KDP bu doğrultuda sesini çeyrek yüz yıldan bu yana bilim ve felsefenin bütünleşik ortaklığı olan holistik düşünsel tarz ile entelektüel kesimlerine etkin olarak duyurmaya çalışmış ve çalışmaktadır.
KDP’nin şimdiye dek gerek yüz yüze ve gerekse sanal olarak oluşturduğu iletişim ve eğitim ortamlarından eski ve yeni, faal ve gayri faal olan oluşuşum ve etkinliklerini başlıklar halinde şöylece sıralamak olanaklıdır:

Reel ortamda;
·  Önceleri başka mekanlarda, şimdilerde CST, Cumartesi Sohbet Toplantısı adı ile Kadıköy Caddebostan Kültür Merkezi (CKM) Performansbir Katı’nda her cumartesi günü yapılmakta olan seminerlerin tarihi 1994 yılına dek gitmektedir. KDP’nin ana etkinliği niteliğindeki bu söyleşiler başından bu yana dek toplam on ayrı yerde gerçekleşmiş olmakla birlikte özellikle Suadiye, Bostancı ve Caddebotan’daki üç mekân 1300’e yaklaşan toplantı sayısının büyük bölümüne ev sahipliliğini yapmıştır. Başlarda katılımcıların ortak söyleşilerinin ağır bastığı bir çerçevede sürmüş olmakla birlikte etkinlik son on yıldır ağırlıklı olarak katılımcı ortak söyleşisi yerine Mustafa Özcan tarafından aktarılan bir seminer (CST-MÖS) şekline dönüşmüştür. Öte yandan CST’lerin trimestri tarzında programlanmış bu seminerlerine on ve beş yıl süre ile katılmış olanlar için KDP’nin tarihinde üç defa olmak üzere 10. 20. ve 25. Yıl münasebetleriyle katılımcı diploması, sertifikası ve takdirnamesi verilme etkinlikleri düzenlenmiştir.              
·   Mevsim ve Özel Gün Panelleri, CST’lerin üç-dört aylık dönemli her trimestrisinde işlenen ve özel günlere özgü konuların iki saatlik bir oturumlar halinde konuşmacılar tarafından bir moderatör yönetiminde ele alındığı söz konusu paneller 2010 yılından beri gerçekleştirilmekte olan diğer bir yüz yüze etkinlik türüdür. Panel etkinliği ilgili sezon içinde CST trimestrisinde işlenen konu başlığı kapsamında uzmanlığı ve/veya akademik kariyeri olan konuşmacıların sunuşu ve KDP temsilcilerinin soruları kapsamında tartışmanın yapılması şeklinde yürütülmektedir.
·   2014 yılı ortasına dek sürdürülmüş olan KDP Perşembe Sohbet Toplantıları (PST’leri) ile 2011 yılından itibaren üç yılı aşkın süre ile her hafta perşembe günleri öğleden sonra serbest konulu ve katılımcı söyleşili yapılmış bu etkinliğin yeri Feneryolu Kameriye Çay Bahçesi idi.
·   Proje Olarak Grup Çalışmaları, duruma ve konularına göre oluşturulan grupların belirlenmiş bir konuya ilişkin ortak çalışma ve “beyin fırtınası” oturumları şeklindeki özgül bir sosyal etkinliktir. Az sıklıkta önceki yıllarda gerçekleştirilmiş olan bu tür etkinliklerde genel olarak belirlenmiş bir konuda grup katılımcıları tarafından yapılan soruşturma ve örnek-olay incelemesi ile sonuç alınacak sorunsallıklar ele alınarak almaşık çözümler bulunması amaçlamakta idi.
·   Yayımcılığını Ceren Kitabevi’nce üstlenilen 2017 yılında piyasaya çıkan Mustafa Özcan’ın Holistik Bilim adlı kitabı holistik bilim konusunu tüm yönlerini ele alan bir yapıt olarak CST-Müdavimleri’nce konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olma amacını gütmektedir. Buna rağmen konusunda monografik kitap olması yönü ile dünyada ilki olanı temsil ettiğinden holistik düşünceye, holizme ve holistik bilime ilgi duyanlar için yegane ve eşsiz bir kaynaktır.
Sanal ortamda;
·   Makaleler, KDP Blog’unda ve Dağarcık Türkiye Dergisi ile Ateşan Aybars’ın internet sitesinde yayınlanmakta olan deneme, inceleme ve bilgilendirme tarzı yazılardır. Belli bir adede ulaşması halinde kitap şeklinde yayım etkinliğine dönüştürülmesi planlanmaktadır.
·   KDP’nin eski ve yeni Blog’ları ve Sitesi Yazar Makaleleri, yazılara yönelik eleştiriler ve öteki tartışmalar için özgür bir tartışma ortamı sunan iletişim etkinliğidir. Oluşturulduğu 2011 Mart ayından bu yana 2019 Mayıs ayına kadar KDP (Google) Bloğu’nu ziyaret eden sayısı yaklaşık olarak 73 bindir. Sadece Türk dilinde olmasına rağmen ziyaretçilerin pek çok değişik ülke kaynaklı olması şayan-ı dikkat bir husustur. Bu doğrultuda oluşturulmuş olan KDP-Sanat, KDP-Kitap, KDP-Sözlük ve KDP-Holistic History halen güncel ve faaldir. Ayrıca org URL uzantısı ile oluşturulmuş olan KDP-sitesi tüm diğer KDP sanal ortamlarının mümkün olduğunca ortaklaştırılmasını sağlamayı amaçlamaktadır.  
·   2003te KDP’nin ilk sanal etkinlik ortamı mahiyeti oluşturulmuş olan KDP Yahoo İletişim Grubu (YİG) halen faal olmamakla birlikte açık olduğu yayımda olduğu on yıllık süre içinde katılımcılarına düşüncelerini istedikleri an denetlenmeden ifade edebilmeleri yönü ile sağladığı olanak bakımından hayli cömert olmuş bir ortam niteliğindeydi.
·   Öte yandan 2005’te açılarak iki yıldan fazla süre ile etkin olduktan sonra 2007’de kapanmış olan ilk KDP İnternet Sitesi faal olduğu dönemde pek çok proje, makale, haberleşme şeklinde etkinlikler gerçekleştirilmiştir.
·   KDP.Org sanal sitesinin ise 2017’den itibaren yeniden ama bu kez farklı bir formatla etkin bir sanal ortam olarak açılması ile KDP-Blog KDP-Sanat, KDP-Kitap, KDP-Sözlük ve KDP-Holistic-History şeklindeki tüm sanal ortamların ortaklaşmasını hedeflemiştir.
·   İnternet Sosyal Medyası olarak KDP’nin Facebook, Twitter, LinkedIn ve YouTube ortamlarında da temsil edilmekte olduğunu belirtmek gerekir.
Görüleceği gibi, KDP oluştuğu 1994 Mayısı’ndan bu yana geçen 25 yıllık süre içinde maddi bir karşılık aramaksızın özgür ve bağımsız olarak çeşitli tartışma, söyleşi, iletişim ve eğitim ortamı türlerinin aracılığı ile holistik düşünce ve holistik bilim konusunda Türkiye’deki entelektüel ortama yönelik çalışmalar yapmış ve yapmayı sürdürmektedir.
Sonuç olarak, KDP Topluluğu, idrak ettiği 25. Yılında başta bizatihi kendi CST- Müdavimlerinin aydınlanma ve erginleşme ortamı olmak üzere yerel ve küresel düzeydeki ilgili toplum kesimlerine bu doğrultuda sağladığı katkı ile onurlanmayı hak ettiğine inanmaktadır.


18 Haziran 2020 Perşembe

BANDIRMA KUŞCENNETİ BİRD PARADİSE NATİONAL PARK



BANDIRMA KUŞCENNETİ


BİRD PARADİSE NATİONAL PARK

Birinci Bölüm

Ülkemizin doğal güzellikleri arasında ayrı bir yeri olan Bandırma Kuşcenneti Milli Parkı, Kuşgölü’nün kuzeydoğu kıyılarında yer alır. Bandırma-Balıkesir karayolunun 15. Kilometresinden güneye sapan 3 kilometrelik bir yolla Kuşcenneti’ne ulaşılır.

Kuşcenneti Milli Parkı, Marmara Bölgesi’nin ılıman iklimi içerisinde ve kıtalar arası göç yolları üzerinde kuşların vazgeçilmez uğrak yeridir. Kuşlar göç yerlerine gidiş ve dönüşlerinde Kuşcenneti’ne misafir olur, dinlenir, karınlarını doyurarak yollarına devam ederler.

Bandırma Birrrd Paradise National Park, which has a special place among the national beauties of our country, is located on the northeast coast of Lake Manyas. Kuşcenneti is reached by a 3-kilometer road that runs South from the 15th kilometer of the Bandırma-Balıkesir motorway.
Bird Paradise National Park is an indispensable place for birds in the temperate climate of the Marmara Region and on the migration routes between continents. On their migration routs, birds become guests of Bird Paradise where they rest, feed their bellies and continue on their way.

Kuşların konaklama zamanları türlerine göre 1 saatle 1 ay arasında değişmektedir. Bugüne kadar yapılan gözlemler neticesinde göl ve çevresinde 266 kuş türü tespit edilmiştir.
Gölün kuşlar açısından en önemli bölgesi 1959 yılında Milli Park ilan edilen Sığırcı Deresinin oluşturduğu deltadır.64 hektarlık alanı kaplayan delta, kuşlar için ülkemizdeki en önemli kuluçka alanlarından birisidir. İlkbaharda, suların yükselerek ağaç gövdelerinin su içinde kalması; ağaçlarda yuva yapan kuşların insanlardan ve yırtıcı hayvanlardan uzakta, güven içerisinde kuluçkaya yatmalarına olanak sağlamaktadır.

Birds’ accomadation time in bird paradise varies from 1 hour to 1 month depending on the species. As a result of the observations made to date, 266 bird species have been identified in and around the lake.

The most important area of the lake for birds is the delta formed by the Sığırcı Creek, which has declared a National Park in 1959. Covering an area of 64 hectares, the delta is one of the most important hatching areas for birds in our country. In spring, tree trunks remain submerged due to rising water level which allows birds nesting in trees to hatch safely, away from humans and predators.

Bandırma Belediyesinin yayınladığı broşürden alınmıştır.

27 Mayıs 2020 Çarşamba

ANCİENT CITY OF DASKYLEION ANTİK KENTİ İKİNCİ BÖLÜM



ANCİENT CITY OF DASKYLEION ANTİK KENTİ

İKİNCİ BÖLÜM

Hellenistik kalıntılar bu dönemde Daskyleion’un halen önemli bir merkez olduğunu göstermektedir. Özellikle İncili Duvar olarak adlandırılan teras-sur duvarı Hellenistik Dönem’e ait en dikkat çekici mimari kalıntılardan biridir. Duvarın yapımı esnasında, üzerinde inci dizileri bulunan ve aslında daha önceki dönemlere ait olan devşirme mimari blokların kullanılmış olması nedeniyle duvara İncili Duvar adı verilmiştir.

İ.Ö. 2. Yy’dan sonra Daskyleion’da yerleşim zayıflamıştır. Roma Döneminde höyüğün çevresinde çiftliklerin kurulduğu bilinmektedir. Ortaçağ’da ise Hisartepe’de bugün yer yer surları ve kuleleri takip edilebilen bir Bizans Kalesi inşa edilmiştir. Kalenin yapımında höyükteki daha erken yapılardan alınan mimari blokların kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Hellenistic remains indicate that Daskyleion was stil an important center during this period. Especially the terrace-fortification wall, named as the Pearly Wall, is one of the most remarkable architectural remains of the Hellenistic Period. During its construction, it was called the Pearl Wall because of the use of reused architectural blocks with pearl strings from earlier periods.

After the 2nd century BC, the settlement in Daskyleion weakened. İt is known that during the Roman period farms were built around the mound. In the Midlle Ages, a Byzantine castle was built in Hisartepe, where the walls and towers can be traced today. It is understood that the architectural blocks taken from the earlier structures were used in the construction of the castle.

Lydia uygarlığına ait yerleşim kalıntılarının, Hisartepe’nin en tepesinde , yani yerleşimlerin merkezinde, “Kült Yolu” olarak adlandırdığımız alanda yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Akhaemenid Evre’nin hemen altında yer alan Lydia tabakaları özellikle son yıllarda çok önemli buluntular vermiştir. Akhaemenid Dönem’e ait “Üç Odalı Yapı”nın C Mekanı’nın alt tabakalarında iki kere yangın geçirmiş ve bir bölümü mutfak olarak kullanılmış mekanlar ile karşılaşılmıştır. İ. Ö. Yaklaşık 540’lı yıllara tarihlenen yangın tabakası içinden, olasılıkla dinsel bir sahneyi betimleyen değerli maden figürler ele geçmiştir. “Kült Yolu” olarak adlandırılan bu yol ateş kültüyle ilgili törenlerin yapıldığı kutsal bir yol olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Son yıllardaki kazılar sonucunda Hisartepe’nin doğu yamacında yer alan kare planlı yapıyı ortaya çıkarmak ve tabakalanmayı görebilmek amacıyla yapılan çalışmalarda Daskyleion ‘da bugüne kadar ele geçen en yüksek korunmuş duvar ortaya çıkarılmıştır.

It is understood thatt the settlement remains belonging to the Lydian civilisation are concentrated on the top of Hisartepe, in the center of the settlements, in the area we call “Cult Road”. The Lydian strata, located just below the Achaemenid phase, have yielded significant finds, especially in recent years. In the lower levels of Room C of the ThreRoomed Structure ait belonging to the Achaemenid Period, two fires had been experienced and spaces have been discovered, some parts of which has been used as kitchen oil. Precious metal figures, probably depicting a religious scene, were recovered from the fire layer dating back to the 540s. This road, which is called Cult Road, is interpreted as a sacred road where ceremonies about fire cult are held. As a result of the excavations carried out in order to reveal the square structure on the eastern slope of Hisartepe and to see the stratification in recent years , the highest preserved wall uncovered in Daskyleion has been unearthed during the excavations.  

1952 yılında Kurt Bittel tarafından Hisartepe üzerinde yer aldığı saptanan Daskyeion’da ilk arkeolojik kazılar, bir yıl sonra Ekrem Akurgal tarafından başlatılmış ve 1959yılına kadar da devam etmiştir. Bu ilk dönem kazılarında ele geçen Greko-Pers kabartmaları ve bullalar, Daskyleion’ın bir Akhaemenid Dönem satraplık (valilik) merkezi olduğuna dair en önemli kanıtları oluşturmaktadır. 28 yıllık bir aradan sonra 1988 yılında Prof. Dr. Tomris Bakır tarafından yeniden başlatılan kazılar 2008 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir. Bu ikinci dönem kazılarında ise Daskyleion’da Akhaemenidler’in yanı sıra Phryg ve Lyd kültürlerinin de varlığına işaret eden önemli yapı kalıntıları ve eserler ortaya çıkarılmıştır. 2009yılında Doç. Dr. Kaan İren tarafından devralınan Daskyleion kazıları halen O”nun başkanlığında yürütülmektedir.

The first archaeological excavations at Daskyleion, which was discovered bey Kurt Bittel in 1952, were initiated by Ekrem Akurgal a year later and continued until 1959. The Greco-Persian reliefs and bulls uncovered in these early excavations constitue the most important evidence that Daskyleion was an Achaemenid period satrap center. After a break of 28 years in 1988, excavations were started by Prof. Dr. Tomris Bakır and continued uninterrupted until 2008. During the second period excavations, important building remains and artifacts indicating the presence of the Phrygian and Lydian cultures were uncovered in Daskyleion as well as the Archaemenids. In 2009 The Daskyleion excavations were taken over by Assoc. Dr. Kaan Iren anda re stil being conducted under his direction.



26 Mart 2020 Perşembe

ANCİENT CITY OF DASKYLEION ANTİK KENTİ



ANCİENT CITY OF DASKYLEION ANTİK KENTİ

BİRİNCİ BÖLÜM

Daskyleion Antik kenti bugünkü Manyas Kuş Gölü’nün güney doğusunda konumlanmış Hisartepe üzerinde yer almaktadır. Trakya, Boğazlar, Marmara Denizi, Karadeniz ve Küçük Phrygia Bölgelerinin kesiştiği coğrafyaya hâkim olan ve onun kontrolünü sağlayan jeopolitik konuma sahip bir yerleşmedir.

The ancient city of Daskyleion is located on Hisartepe , southeast of the present day Manyas Bird Lake. A settlement with a geopolitical location that dominates and provides the control of tie geography of the intersection of Thrace, Straits, Marmara Sea, Black Sea and Small Phrigia regions.

Orta Çağ yazarı Stephanos Byzantios Anadolu’da Daskyleion adı verilen beş yerleşmeden söz etmektedir; ancak tarihçiler ve arkeologlar Kuzey batı Anadolu’da, Bandırma’ya 40 km. mesafedeki Ergili Köyü’ne çok yakın olan, Manyas Gölü kıyısındaki Hisartepe üzerinde yer alan kalıntıların satraplık merkezi Daskyleion’a ait olduğu konusunda hemfikirdir. Söylenceye göre kent, ismini Lydialı bir soylu olan Daskylos’tan almıştır.
Daskyleion’da ele geçen erken buluntular 8 biçimli idoller, taş baltalar ve mühürler Tunç Çağı’na aittir.

Daskyleion’un bir Akhaemenid Dönem satraplık merkezi olduğuna dair en önemli buluntular “bulla”lardır. Bullalar, antik dönemde güvenli iletişimi sağlamak için kullanılan kil mühür baskılardır. Devletlerarasındaki yazışmalarda kullanılan papirüsler, bu bullalar ile mühürlenmekte ve bu sayede başka bir kişinin yazıyı açıp okumasını engellemektedir. Daskyleion bullalarında Aramca, Eski Persçe ve Yunanca yazıtlar, bunun yanı sıra kuş tasvirleri ve av sahneleri yer almaktadır. Tüm bu veriler, Daskyleion halkının, florası ve faunası son derece zengin bir bölgede yaşayan çok kültürlü bir toplum olduğunu kanıtlamaktadır.

Medieval writer Stephanos Byzantios mentions five settlements in Anatolia called Daskyleion, bu historians and archaelogists all agree that ruins located in Hisartepe on the shore of Lake Manyas in the village of Ergili, situated 40 km away from Bandırma in Northwestern Anatolia, belong to the satrapy of Daskyleion. According to legend, the city was named after Daskylos, a noble Lydian nobleman.

The earliest finds recovered in Daskyleion 8 shaped idols, Stone axes and seals belong to the Bronze Age.

The most important findings that indicate that Daskyleion is an Achameneid period satrap center are the bullas. Bullas are clay seal prints used to ensure secure communication in ancient times. Papyruses used in correspendence between states are sealed with these bulls, thus preventing another person from opening and reading the article. Aramaic, Ancient Persian and Greek inscriptions, as well as bird depictions and hunting scenes are found in the Daskyleion bullas. All these dAAata prove that the people of Daskyleion are multicultural society who live in a region with a very rich flora and fauna.

Bandırma Belediyesinin hazırladığı broşürden alınmıştır.



11 Mart 2020 Çarşamba

CELAL YILMAZ'IN KALEMİNDEN ÖMER SEYFETTİN



İkinci bölüm

Necati Mert “Cumhuriyeti kuracak bir kuşağın siyasetten ve ekonomiden ne anladığını, din, millet, çağdaşlık, eğitim, kadın konularında neler düşündüğünü öğreniyoruz ondan. Şehir olsun, kırsal olsun, sade insanlarıyla nasıldır bu koşullarda? Hikâyeleri de, bu tanıklığı anlatıyor bize.”

Hülya Argunşah "Ömer Seyfettin'e göre insan olmanın ve hayatın anlamı, mefkûre (ideal, gaye, ülkü) sahibi olmaktadır. Onun hikâyelerinde bilgi, dostluk, dürüstlük, güven, hak, adalet de birer yüksek değer olarak yer alırlar" diyerek onun evrensel değerlerine değinmektedir.

Adnan Özyalçıner “Ömer Seyfettin, yalın bir dil, süssüz, açık bir anlatımla yazdığı öykülerinde halka, onun duygusal, toplumsal sorunlarına eğilmiştir... İlk gençliğimde okuduğum hikâyeleri, kariyerimi tetikleyen unsur olmuştur”

Recep Duymaz “Ömer Seyfettin, hem düşünceleri, hem dilinin düzgünlüğü sebebiyle her Türk gencinin okuması ve yakından tanıması gereken bir hemşerimizdir”

Rasim Özdenören “…Ömer Seyfettin, kanımca bütün hikâyeleriyle dünya edebiyatında müstesna bir yere sahiptir. Onun bütün hikâyeleri dünyanın hangi dilinde okunursa okunsun zevkle, keyifle okunabilecek ürünlerdir. (...) Çehov ve Maupassant dâhil, dünyanın bütün öykücüleriyle boy ölçüşebilecek bir yazarımızdır o...”

‘Dünya Yazarı Ömer Seyfettin’ ifadesi, doğduğu ve Cennet diye nitelediği Gönen’de Mart 2011’de düzenlenen "Ömer Seyfettin'i dünyaya tanıtmak" başlıklı panelde, "Neden dünya Ömer Seyfettin'i anlamalı" sorusuna cevap aranırken dile getirilmiş. Aynı yıl, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği sempozyumun ve Mustafa Miyasoğlu’nun altı sayfalık bildirisinin adı “Bir Dünya Yazarı - Ömer Seyfettin” idi.

2018’de Sarıyer ve Gönen’de düzenlenen Ömer Seyfettin etkinliklerinde Nazım H. Polat “O bir dünya yazarıdır” sözleriyle konuya dikkat çekti. “Ömer Seyfettin, kendisinden önceki hikâyecileri gölgede bırakacak derecede güzel ve sağlam yapılı hikâyeler kaleme almış bir yazarımızdır. Dünya edebiyatı içinde Türk hikâyeciliğini temsil edebilecek isimler arasında onu en başa yazabiliriz…”

Sanatçı ve eserinin layıkıyla tanınmasında, yarattıklarının yanı sıra, hakkında yazılanlar ve adına düzenlenen etkinlikler önemli rol oynar. Son tespit edilenlerle, öykü, roman, şiir, makale, fıkra, mektup, anı, çeviri vd. kalem tecrübelerinin sayısı 532’ye ulaşan Ömer Seyfettin hakkında yazılan kitaplar ve yapılan akademik çalışmalar onun yazdıklarının üç katını aşmıştır.

Yaşadığı yıllardan itibaren yabancı dillere çevrilmeye başlayan eserleri Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Rusça, Yunanca, Boşnakça, Bulgarca, Ukraynaca, Korece, Japonca, Arapça, Gürcüce, Letonca, Urduca, Özbekçe vd. onlarca dilde okunuyor, dünya üniversitelerinde Türk dili eğitiminde yararlanılıyor.

Bu çalışmalar elbette olumlansa da, gerek yazdıkları gerekse de hakkında yazılanlar acaba topluma yeterince ulaşabilmiş midir?

25 yıllık çalışmayla, “eserlerine her şeyden önce hayatını ve çatışmalarını koyan bir yazarın hikayesi” diyerek, Ömer Seyfettin'in yaşamını mükemmelen romanlaştıran Tahir Alangu "yazarlar ve sanatçıların hiçbir yerde yalnız eserleri ile değerlendirilip uzun süre ayakta kalamadıkları, hele çağımızda yeni değerlendirmeler ve yan türlerle desteklenmedikleri taktirde unutulma ve yıpranmanın sürüp gideceği"nden bahseder... Sarıyer etkinliği hazırlığı esnasında, Zülfü Livaneli "Ömer Seyfettin'in çok ihmal edildiğini" dile getirmişti.

Külliyatı şimdilik tamamlanmış göründüğüne göre; Ömer Seyfettin ve sanatı hakkında bütünsel çalışmaların artarak süreceği, ‘Dünya Yazarı’ kavramının değerli üstatlarca her yönüyle değerlendirileceği, çağdaş mesajlarının topluma daha çok erişeceği inancıyla. Hele ki, sanatındaki zirvesi ve ebediyete göçünün 100. Anma Yılında!

Celal Yılmaz
(Ömer Seyfettin okuru)


4 Mart 2020 Çarşamba

Celal YILMAZ'ın kaleminden Ömer Seyfettin



Bir Dünya Yazarı Ömer Seyfettin
(deneme yazısı)
birinci bölüm

Yazar, edebiyatı şekillendiren sanatçıdır. Yol gösterici olmasının ötesinde, insanı yeniden tanımlamak, insandan yola çıkarak toplumu tanımlamak gibi son derece önemli görevleri vardır. Türk yazınında Ömer Seyfettin, zamanının çok ağır koşullarına karşın, evrensel değerler ile ulusalı, yerli ve milliyi buluşturan, idealist “Bir Dünya Yazarı” olarak bu görevi fazlasıyla yerine getirmiştir.

Yazar olmak önce iyi bir okur olmaktan geçer. Ömer Seyfettin, Türk klasikleri yanı sıra, dünya klasiklerini (Fransızca’dan) okuyarak, Türkçe’ye çevirerek kendisini yetiştirmiş, kısa hikâyeleri ile Türk hikâyeciliğine ve toplum yaşamına öncülük yapmıştır. Kadın ve çocuklar ile ilgili yazdıkları Türk toplumunda devrimsel ilkler olma özellikleri taşımaktadır. Hemşerisi Prof.Dr. Recep Duymaz’ın “Ömer Seyfettin - Çocukluk Cenneti Gönen Hikâyeleri” kitabında dile getirdiği üzere, çocuklar ve gençlerde birer eğitim değeri olan arkadaşlık, fedakârlık, çalışkanlık, milli ve manevi değerlere, verilen söze bağlılık, güçlü bir hayvan sevgisi onun hikâyelerinde sık sık karşımıza çıkan, insanlığın ortak değerleridir.

“Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilal vücuda getirelim... Ah büyük fikir! Say, sebat ister!” satırlarıyla sonlanan mektubuyla (1911) Ömer Seyfettin, yazında yalın Türkçe’nin başlangıç ateşini yakar ve yazılarında ısrarla Türkçe konuşma dilini uygulayarak Yeni Lisan hareketinin başarıya ulaşmasında en önemli etken olur.

Ömer Seyfettin’in tüm yazdıklarını (külliyatını), son yıllarda üç kitapta toplayarak yayımlayan Prof. Dr. Nazım H. Polat “Ömer Seyfettin’in diğer önemli bir cephesi de dilciliğidir. Denilebilir ki Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalan en büyük miras Arapça-Farsça karşısında istiklâl mücadelesini kazanmış Türkçedir ve bu mücadeleyi kazanmada en büyük pay sahibi ise Ömer Seyfettin’dir”


Ömer Seyfettin İçin Ne Dediler?
(bütünsel değerlendirmelerden alıntılar)

Ziya Gökalp “Ömer Seyfettin bugünkü Türkçemizin Christophe Colomb’udur... Kumanda ettiği hudut bölüğünün Mehmetçik’leri gibi gurur, övünme, menfaat hislerinden uzaktı (…) Puşkin gibi, Dante gibi dünya çapındaki sanatkârlar halka doğru gittikleri için, öncelikle milli olmayı becerdikleri için büyük sanatçı olmuşlardır”

Ali Canip Yöntem “Ömer Seyfeddin’in ehemmiyeti, yalnız kudretli bir hikâyeci oluşunda değildir. O, bütün edebî kıymet hükümlerini değiştiren bir merhalenin ta başındadır. Yani o bir inkılâpçıdır: Ömer Seyfeddin’e kadar devam eden bir edebî lisan, Ömer Seyfeddin ile başlayan diğer bir edebî lisan vardır.”

Yakup Kadri Karaosmanoğlu “...Ömer Seyfettin meğer istikbale hitap ediyormuş. Bir çoklarımız bunu vaktinde anlayamadık. (...) Öleli bunca yıl olduğu halde en hakiki ölüm olan unutulmaktan uzak duran Ömer Seyfettin işte bu kavgası ve zaferi ile ebedilik sırrına ermiştir…“

Reşat Nuri Güntekin “Ömer Seyfettin, benim çok sevdiğim ve beğendiğim bir insandı. Onun hala etrafımdaki canlı insanların birçoğundan daha fazla bir kuvvetle yaşadığını duyarım. (…) Ömer’in eseri ne kadar canlıdır, ne kadar hakiki sanat güzelliğiyle güzeldir.”

Hasan Ali Yücel “Ömer Seyfettin’in milliyetçiliği, tam bir kültür milliyetçiliği fikrine dayanır (…) Unutanlar, unutulmağa -daha yaşarken- mahkûmdurlar. Ömer Seyfettin gibi kendini unutturmamak için, eserleriyle mücadeleye devam edebilenlere ne mutlu!.”

Şükran Kurdakul “Ömer Seyfettin hikâyelerini, imparatorluğu yıkan savaşlar ortasında, memleket severlikle yazmıştır”.

Doğan Hızlan “…Onu bugünün şartları içinde değerlendirmekle kalmayıp edebiyat tarihi ve Türk dilinin anlaşılması alanındaki önemini de hatırlamalı. Her çığır açıcının her yenilikçinin görevi bir yere kadardır. Ömer Seyfettin hikâyesi olmasaydı bugünün okuyucuları bir Salt Faik’e geçemezlerdi.”

Selim İleri “…Ömer Seyfettin, öyküye gerekli ağırlığı tanıyan ilk yazarımızdır. Katılalım ya da katılmayalım tüm düşüncelerini öykü dünyası kurabilmek için geliştirmiştir…”

Mustafa Miyasoğlu “Ömer Seyfettin’in hikâyelerini okumayanımız yok gibidir, adını duyduğumuz veya yazılarına rastladığımızda, yıllardır göremediğimiz bir yakınımıza rastlamış gibi mutlu da oluruz. Bu bizimle onun arasında bir ruh akrabalığının göstergesidir ve Mevlana böylesi ruh akrabalıklarının kan akrabalıklarından önemli olduğunu söyler... Böyle yazarlar yalnız bizde değil, bütün dünya edebiyatında sayıca çok fazla değildir... Çok yönlü eserleriyle çağdaş bir klasik haline gelen ve bağımsız aydınların yetişmesine yol açan eser ve görüşleriyle tanınan bir şahsiyeti okuyup tartışmak...”