30 Nisan 2016 Cumartesi

Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 4) (*)


Adı Çıkmış Bir Tebaa, Görünmez Vatandaşlar Kuzeybatı Anadolu’da Türk Milli Hareketine Karşı Kuzey Kafkasyalı Direnişi 1919-23 (Bölüm 4)

Sadakatin İntikamı: Çerkezler ve Ahmet Anzavur İsyanı

1919’ın Ocak ayının sonlarına doğru, Güney Marmara’da Kuzey Kafkasyalılar ve Mustafa Kemal destekçileri arasındaki gerilimin iyice hararetlendiği sırada; daha sonraları bölgedeki halk ayaklamasını başlatacak olan bir adam, ilk kez Manyas’ın dışında yapılan bir at yarışında kendini göstermişti. Emekli bir jandarma ve Biga’da toprak sahibi olan Ahmet Anzavur, 25 Ekim’de kalabalık bir Çerkes izleyici kitlesinin karşısına geçerek, Kuva-yi Milliye komutanı Hacim Muhittin (Çarıklı)’yı yakalamak (ya da öldürmek) için Balıkesir’e doğru ilerleme niyetini açıkladı (35). Manyas’taki konuşmasını izleyen günlerde, şahsi ve yazılı beyanlarla Kuzeybatı Anadolu’ya padişah tarafından gönderildini ve halka hiçbir maliyeti olmaksızın, Yunanlara karşı kendi ordusunun başında olacağını açıkladı. Karşıt olduğu Kuva-yi Milliyeciler bu teşebbüsünde ona destek olmak zorundaydılar; aksi takdirde onlar da halife ve İslam devletine karşı büyük bir tehdit olarak kabul edileceklerdi (36).

Ahmet Anzavur, Kuva-yi Milliye karşıtı harekât yürüten bölgesel ileri gelenlerin daha eski bir sınıfını temsil etmektedir. Anzavur şu anki Rusya Federasyonu’nun özerk Adige Cumhuriyeti’nde doğmuş ve 1864’teki büyük Çerkes göçünde Anadolu’ya gelmiştir. Türkçe okuma yazması olmamasına rağmen, II. Abdülhamit tarafından  (söylenenlere göre padişahın cariyelerinden biri olan kız kardeşinin etkisiyle) Makrıköy (Bakırköy) Jandarma Teşkilatı’nda görevlendirilmiştir (37). Çerkes katılımcılardan oluşan birliğinin başında iken, 1911’de Aydın vilayetinin Çakırcalı bölgesindeki soyguncuları takip edip yakalaması sonrasında, Anzavur kariyerinin tepe noktasına ulaşmıştır (38). II. Abdülhamit aralarında mücevher kaplamalı bir kılıç ve bir kaç Çerkes eşin de bulunduğu bir ödülle Anzavur’u onurlandırmıştır. Sonrasında da Biga’ya yerleşip, büyük bir toprak sahibi olmuştur (39). Jön Türk İhtilali sonrası hamisinin görevine son verilince, Anzavur İTC tarafından sürgüne gönderildi ve nihayetinde görevinden alındı. Buna rağmen Anzavur, yüzlerce diğer Kuzey Kafkasyalı gibi, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı gizli servisinde görev yaptı ve savaş bittiğinde halen Güney Marmara’daki Kuzey Kafkasya diasporasında ve sarayda büyük bir ağırlığa sahipti.

1919 Kasımı’ nın ilk iki haftasında Anzavur Karesi, Kale-i Sultaniye ve Hüdavendigar bölgelerini dolaşıp, halka kendisiyle beraber Balıkesir’e ilerlemeleri için çağrıda bulundu.  Silah altındaki kişilerin sayısının haftadan haftaya değişkenlik göstermesine rağmen, yüzlerce Kuzey Kafkasyalı’nın yanısıra Arnavut, Pomak, Kürt, Boşnak, Çetmi ve diğer muhacirlerle birlikte diğer ötekileştirilmiş insanlar Anzavur’un yanında yer almayı tercih etti (40). Bu ilk seferberlik 15 Kasım 1919’da, Çerkes Ethem komutasındaki bir Kuva-yi Milliye birliğinin Anzavur’un kuvvetlerini bozguna uğratması sonucunda kısa zamanda sonlandırıldı.
Bunu izleyen iki ayda Anzavur ve mülazımları geri çekilseler de Karesi’deki Çerkes köylerini dolaşmaya devam ettiler. Şubat 1920’de çıkan ikinci bir ayaklanma sırasında, Anzavur’un çoğunlukla Çerkesler’den oluşan ordusuna, anayurdu olan Biga’dan isyancı Pomaklar da katılmıştı (41). Bu birleşik isyancı ordu iki ay içinde Kuva-yi Milliyeciler’in eski kaleleri olan Biga, Bandırma, Karacabey, Kirmastı ve Gönen’i ele geçirerek, öne çıkan Kuva-yi Milliyeci saha komutanlarını infaz ettiler. Bu kriz anında Kuva-yi Milliyecilerin yardımına yine Çerkes Ethem koştu ve Anzavur’un adamlarını Yahyaköy köyü dışında (Susurluk yakınlarında) gerçekleşen bir çatışmada bozguna uğrattı. 15 Nisan 1920’de çatışmanın sona ermesiyle, Anzavur ve yakın arkadaşları firar ederek İstanbul’a kaçtılar.

Anzavur bir ay sonra, İzmit’in dışında yapılan (Düzce ve Adapazarı çevresindeki Kuzey Kafkasya muhacirleri tarafından başlatılan) üçüncü bir Kuva-yi Milliye karşıtı isyanı desteklemek için ortaya çıktı (42). Bu defa Anzavur ve Çerkes müttefikleri Kuva-yı İnzibatiye’nin padişah yanlısı komutanı Süleyman Şefik Paşa’nın emrinde görev aldılar. Anvazur Mayıs’ta bir kez daha yenilgiye uğrayarak ikinci defa İstanbul’a kırık bir bacakla geri döndü. 1921 baharında Anzavur’un Güney Marmara kıyılarına üçüncü kez dönüşü hayatına mal oldu. Karabiga’nın dışında Kuva-yı Milliye taraftarı çeteciler tarafından suikaste uğradı (43).

Anzavur’un Güney Marmara’ya Sultan Vahdettin ve İstanbul’daki Hürriyet ve İtilaf Fırkası liderlerinin emriyle yollandığı konusunda pek kuşku duyulmamaktadır (44). Anzavur isyanına İstanbul hükümeti tarafından verilen manevi ve mali destek, cephede yer alan Kuva-yi Milliyeci komutanların ve Ankara’nın bu Çerkes’i “İngiliz oyuncağı” ve iki yüzlü sultanın avanağı olarak adlandırmasına neden oldu (45). Bu suçlamalar kısmen doğruydu. Anzavur görünüşe göre İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’nden çeşitli yardımlar alıyor ve kesin olarak sarayın bencil menfaatlerine hizmet ediyordu (46).  Fakat bu noktada durmak, Anzavur ve binlerce diğer Çerkes (ve Çerkes olmayan) destekçisini, Kuva-yi Milliye Hareketi karşıtı bir isyanda hayatlarıyla kumar oynamaya zorlayan temel nedenlerini gözden kaçırmak demektir.

Anzavur’un 1919/1920 seferberlikleri, halkın Jön Türk savaş hükümetine karşı memnuniyetsizliğinin içinde kök saldı. Anzavur’a göre İTC rejiminin uygulamaları imparatorluğu gereksiz bir savaşa sokmuş ve toplumun en fakir kısmının eziyet çekmesine neden olmuştu. Destekçilerine yazdığı bir mektupta şöyle diyor:

Herkesin malumudur ki, herkesin kusursuz güvenceye ve İslam adaletine ulaşması için devletin ve milletin en önemli görevi düzeni sağlamaktır. (…)  İslami devlete son on yıl içinde, sonradan yağmacılık ve soygunculuğu getirenler hain İttihatçılar ve Hür Masonlardır. (…) Şehitlerin karıları ve çocukları ot ve toprak yiyerek açlıktan ölürken, İttihatçılar onların evlerine resmi olarak el koydular. Askeri makamlardaki vatan hainleri helva ve kuzu ziyafeti verirken, onlar bu evleri rüşvet olarak alıyorlardı. (…)  Günde beş defa dua ederek Allah’a hesap vermeleri için yalvarıyorum.(…) Şunu soruyorum: Ulu Peygamberimiz ve Müslümanların ibadet ettiği Kabe’nin dini kutsiyetinden bizleri mahrum bırakan kim? Müslüman çocukları Çanakkale Boğazı’ndan denize döken kim? Bu çocukları Kafkas dağlarında, Arap çöllerinde, İran’da, Yanya’da ve Romanya dağlarında öldüren kim? Bugün yüz bin  Müslüman kadın ve kıza vesika vererek onları fahişe yapan genç Masonlar değil mi? (…) Halifeye ve Müslüman devletine leke çalan bu adi adamların peşine düşeceğim. Devletin koruyucusu ve yalnızca Şeriat hükümlerinin kölesi olacağım (47).

Bu özetten hareketle; İstanbul’daki ilk İTC hükümetiyle beraber, illerdeki müttefikleri de halkın çektiği acının suçlularıydı. Anzavur’a göre, şu an Kuva-yi Milliye makamlarını dolduran adamlar, savaş zamanı çekilen zorluklardan da sorumluydular. Bu kanı,  Anzavur’la birlikte mücadele edenler için hiç de o kadar inanılması güç bir şey değildi. Savaş zamanının İTC yönetimindeki ordu mensupları, belediye başkanları, tüccarlar ve jandarmalar; şimdi Mustafa Kemal ve Kuva-yi Milliye namına istedikleri daha büyük fedakarlıklarla birlikte, yalnızca şapka değiştirmişlerdi.

Anzavur’un mesajı toplumun en fazla ötekileştirilmiş gruplarına, özellikle fakir muhacir ve mültecilere ulaşmıştı. Daha da önemlisi, Kuva-yi Milliye’den ziyade İslami sembolizmin meşruiyet, yaşayabilirlik ve adalete daha sağlam bir temel sağladığına dair iddiasını destekleyen kasıtlı bir dile sahipti. Demek istedikleri ve kastettikleri tam olarak politik olmamakla birlikte, daha çok toplumsaldı. Kuva-yi Milliye karşıtı Anzavur isyanının merkezinde yağma vaadi vardı. Anzavur’un adamları, yerel yönetim görevlilerinin yanı sıra vergi tahsildarlarının, ordu mensuplarının, tüccarların ve büyük toprak sahiplerinin mülklerine de sürekli saldırıyorlardı (48).

Biga’nın Kuva-yi Milliye komutanı (Köprülü) Hamdi’nin yakalanıp infaz edilmesi, Anzavur’un başlattığı bu ekonomik gerilime dayalı saldırıların somut bir örneğiydi. Hamdi 1920’nin Ocak’ında Biga’ya geldiğinde, bölgeden aşırı bir miktarda maddi destek talep etmişti (49). Ölümünü kutladıkları sırada, Anzavur’un mülazımlarından biri olan Gavur İmam isimli bir Pomak, Hamdi’nin insanların boynunu koparmaya çalıştığını böyledi. Fakat şimdi boynu kopan o olmuştu (50).

Anzavur ve diğer bölgesel ileri gelenleri, Mustafa Kemal’e karşı silaha sarılmak için daha derin kişisel sebepleri de vardı. Anzavur, servetinin büyük kısmı küçük bir kasaba olan Biga’da bulunan bir adamdı. Hiçbir resmi eğitimi olmaması nedeniyle, yüksek parti yöneticileri genelde imparatorluğun en iyi okullarında batı tarzı bir eğitim almış olan İTC hükümetinde yeri yoktu. Mektuplarında çoğunlukla İttihatçıların, aynı Masonlar gibi, kendisine yabancı gelen gelenek ve değerlere sahip yabancılar gibi hareket ettiklerinden bahsediyor. Kuva-yi Milliyecilerin zafer kazanma ihtimali, Anzavur için İTC rejiminin o ya da bu şekilde devam etmesi ve dolayısıyla da kendisi ya da ailesinin, devlette etkin bir konumda bulunma şansının sona ermesi manasına geliyordu. Anzavur için geriye kalan tek seçenek; (görüldüğü kadarıyla artık Mustafa Kemal’in komutası altında olan) İTC’nin geri dönüş ihtimalinden dolayı tehdit altında bulunan bir başka kurum olan saraydan yardım istemekti (51).

Anzavur suikasti, Kuva-yi Milliye hareketinin Güney Marmara’da karşılaştığı sıkıntıları sona erdirmedi. Anzavur’un Karesi’den geri çekilişini izleyen iki ay içinde, Yunan kuvvetleri Aydın kıyısındaki mevzilerinden hızlıca çıkarak, Mustafa Kemal’in düzensiz birliklerini Sakarya Nehri’nin doğusuna kadar sürmüşlerdi. 1920’nin Eylül’ünde Kale-i Sultaniye, Karesi, Hüdavendigar ve İzmit bölgeleri ortak bir Yunan-İngiliz işgali altına girmişti. Bu iki yılda toplumlar arası şiddet artarak devam etti.

Şiddetteki bu inanılmaz artışın büyük bir kısmından, gerçekleştirdikleri kasti etnik temizlik ve katliamlar nedeniyle Yunan birlikleri ve yerel müttefik kuvvetler sorumluydu. İşgalci Yunan kuvvetlerinin Bursa’da 822 kişiyi öldürdüğü iddia edildi ve Karesi ve İzmit’te birkaç Çerkes çetesi de Müslüman ve Hıristiyan sivillere saldırıda bulundu (52). Biga’da Ahmet Anzavur’un oğlu Kadir’e ait bir çete, babasının ölümüne neden olan Kuva-yi Milliyeci çeteciler ve Osmanlı görevlilerine karşı kanlı bir mücadele başlattı (53).

Çerkes gerillalar tarafından işlenen bu “vatana ihanet”, Karesi’de etki sahibi olan Kuva-yı Milliyeci gerilla kuvvetlerinin komutanı olan Akıncı İbrahim Ethem’i aleni şekilde öfkelendirdi. Yunan safına geçen Çerkesler’in “Türkleri ezme” arzusunun yanı sıra, “cüzdanlarını doldurma” vesilesiyle de harekete geçtiklerini söyledi (54). Hıristiyan düşmanın tarafını tutanlar Müslüman olduğu için, bu tür ihanet eylemleri çok daha affedilmezdi. Bir Çerkes köyündeki ateşli bir konuşmasında; “Ya Müslüman ya da gâvursunuzdur. İkisi arasında kalınmasını bir türlü anlamıyorum.” dedi (55). 1921’in Ocak’ında Çerkes Ethem’in iltica etmesi diğer Kuva-yi Milliye Hareketi mensupları gibi İbrahim Ethem’in de öfkesine mazhar oldu.  Çerkes Ethem’in isyan nedeni, Ankara’daki üst komutayla olan kişisel anlaşmazlıkları olmasına rağmen; bir Kuva-yi Milliyeci onun bu ayrılışını tüm Çerkeslere mal ediyordu:

Bize felaketi getiren Çerkeslerdir. Biz savaşırken onlar anavatanımızı satmaktan başka bir şey yapmadılar. Şu an en aşağı şekilde yozlaşmış, heybelerini doldururken Yunanlar’a boyun eğmişlerdir. Cezaları kurşundur (56).

Çerkeslere ilişkin bu düşünceler yerel bazda da ortaya çıktı. (Anzavuroğlu) Kadir’in Manyas’taki eylemleriyle ilgili bir soruşturma sırasında yerel jandarma şefi Çerkeslerle ilgili şöyle bir genellemede bulundu:

Çerkes mülteciler, cömert vatanımıza kabul edildikleri her bölgede, evlere saldırıp hırsızlık yapmadan önce “para kutusunu ver yoksa seni öldürürüm” şeklinde tehditler savururlardı.


Bu tarz kanıt ve beyanlar gösteriyor ki, özellikle Güney Marmara’daki Kuva-yi Milliyeciler Çerkesleri suç, ihanet ve döneklikle özdeşleştiriyordu.

(*) Devam edecek.


Dort Rapor (Derleyen Necip Azakoğlu, Tarihçi Kitabevi Yayınları)


Dört Rapor

Müttefik Kuvvetler Komisyonu'nun (ABD, Büyük Britanya, Fransa, İtalya) "Yunan Mezalimi"ni Araştırma Raporları 1919-1921
***
General Harbord'un Ermenistan'da Amerikan Mandası Raporu 1919


Derleyen Necip Azakoğlu
Tarihçi Kitabevi Yayınları



Güney Marmara'daki Yunan Mezalimini konu alan olayları Batılılarca hazırlanmış belgeler üzerinden ele alması bakımında son derece önemli olan bu kitap, Cahit Kayra’nın önsözü ile Tarihçi Kitabevi Yayınları tarafından Nisan 2016’da yayınlanmıştır.

Belediye Başkanına Açık Mektup (Sedat Günay)


Sayın Sedat Günay'ın Gönen Postası'nda haftalık olarak yayımlanan makalelerinden birisi aşağıda sunulmaktadır.

* * *

Belediye Başkanına Açık Mektup
          
Sayın Başkanım ;
          
Hatırlamaya çalışıyorum da ….: sizinle son iki-üç yıl içinde Gönen caddelerinde veya sokaklarında yürürken hiç karşılaşıp selamlaşmadık.  
          
Bu benden kaynaklanan bir durum değil, çünkü ben Gönen‘de 50 metre yürüdüğümde en az 10 kişi ile selamlaşırım. Sizi Gönen caddelerinde görmüyoruz . Mutlaka işiniz çoktur, mutlaka Gönen’e hizmet ve temsil etmenin yükünü karşılamaya  çalışıyorsunuz da…Şu Gönen’in sokaklarında bir yürüyüp, gezip, başkan gözü ile bakarsanız, öyle çok noksanlıklar, ihtiyaçlar göreceksiniz ki...

                                 ***
           
“Eşraf, kentinden kendini sorumlu hissedendir “ diye bir deyiş vardır. 
     
Ben de Gönen dışındaki öğrenimlerimi de katarsam bürüt  65-66 yıldır Gönen topraklarında yaşarım, bundan keyif alırım , dostlarımla arkadaşlarımla yaşarken mutlu olan bir Gönen’liyim.  
            
İlçemin güzellikler içinde olmasını, fark yaratmasını isterim.
   
Bütün Gönen’lilerin gördüğü,birebir yaşadığı ana ihtiyaçları,durumları bir de ben anlatayım size.. Biliyorum ki siz de bu sorunlar üzerinde ilgileniyorsunuz…. da… 

Bizim haberimiz mi olmuyor acaba…                                                                                       
İş yapmanın, hareketlenmenin tam zamanı şimdi.- Geçen haftalarda yazdığım gibi - bakın bahar geldi .. hadi silkinelim artık… Hadi hadi… :

                                       ***

Başkan toplantıları : Eskiden Başkanlar halk günleri yapardı belirli aralıklarla… 
O toplantılarda Başkan faaliyetlerden haber verirdi halka….                                                  

Halk da kendi çevresinin mahallesinin sorunlarını aktarır başkan da bu önerileri süzgecinden geçirirdi. Şimdi o yok . Üstelik o zamandan bu güne Gönen’imiz çok büyüdü . Bu toplantıları istismar mı etti halk acaba…. 

                                        ***
Otopark sorunu : Bu konuya , önce de iki kez değinmiştim ..(Nisan 2010’da ) 

Tam altı sene önce. Ama bugün yine aynı sorun birinci sırada devam ediyor .                                                 

Biliyorum  eski Belediye yerine yapılan inşaatın bodrumunda 50 araçlık yer var.              

Ama, sadece otomobil sınıfında 11.000 aracın olduğu Gönen’de (kamyonlar, otobüsler, minibüsler hariç) 50 araç ne kadar açık kapatır.                                      

Gönen’e eklenti olarak değil, müstakil olarak bir otopark gerekli olduğu gerçek.             

Şehir garajı şehrin içinde kaldı. Hala dışarı almayı düşünmüyor musunuz ?                 

Üstelik arsası da hazır. Çevre ilçelere bakın hepsi şehrin dışında .                                  

O arsa tam da açık otopark yapılacak yerde.

                                       ***                                             

Sosyal hayat: Gönen’in sosyal hayatında bir durağanlık var. Gönen’li sadece akşamları şehir parkına gidiyor, ailesi ile birlikte orada zaman geçiriyor.                             

Başka yer pek yok. Oysa yönetenler şehrin sosyal hayatını geliştirmek için varlar. Sosyal hayatın gelişmesinde ilklerden biri Sinema’dır. 45.000 lik merkezi nüfusu, köyleri ile birlikte 80.000 nüfusu olan ilçemizde sinemanın bulunmaması, kültürel noksanlığı bir yana en büyük sosyal hayat noksanlığıdır. ”Daha önce denedik, halk gelmiyor” demeyin.. Sinema bir alışkanlıktır. Alışkanlığın oluşması zamana bağlıdır.

Bir süre ısrar etmek gerekir.   

                                       ***

Yemişken ağaçları: Çocukluğumuzda ; çekirdeklerini, tüftürük dediğimiz kamışlara koyup,  çocuk aklımızla savaş yaptığımız Çitlenbik ( biz yemişken deriz ) ağaçları  kuruyor sayın başkan..Zemine plansız döşenen parkeler, taşlar, ağaçların nefes almasını engelliyor ve ağaçlar boğuluyor, ölüyor... Parkımızın hem Gönen’li için,hem Gönen’e gelen yabancılar için önemini en iyi siz biliyorsunuz. Bu ağaçlar o kadar önemli ki:  TEMA vakfı onursal başkanı Hayrettin Karaca; ”Bu parktaki ağaçlar, dünyada ender bulunan koruluktur, korunması gerekir” demişti.                                       

Çok azaldı bu nesil ağaçlar , antika oldular…yazık etmeyelim...

 Tabakhaneler   : 

Tabakhaneler kalkacaktı ve Gönen çayı temizlenecekti. Gelişecek şehrimizin  ortasından tertemiz Gönen çayı akacaktı mağrur mağrur…Ne oldu ? Üstelik bu işyerlerinin alternatifi olarak arsalar, Çalıoba Deri Sanayinde hazır bekliyor başkan...

Sedat Günay, Gönen Postası.


28 Nisan 2016 Perşembe

Duyuru: Yazar Sezen Özol'un imza günü


Duyuru:
Gönenli değerli yazar Sezen Özol için tanıtımını bu ortamda yaptığımız "Eski Hayaller Alırım" adlı kitabı için Gönen'de 1 Mayıs 2016'da Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından organize edilen kermes kapsamında imza günü tertiplenmiştir. 

Gönen Parkı içindeki Kordon Park Cafe'de saat 11:00'de başlayacak olan etkinlikte yazar saat 13:00'dan itibaren okuyucuları ile buluşacaktır. 

Tüm Gönenliler davetlidir.

16 Nisan 2016 Cumartesi

“Uygarlıkların Kökeni Anadolu” (Mehmet Tanberk /Turkishny.com)


“Uygarlıkların Kökeni Anadolu” (Mehmet Tanberk)


Mehmet Tanberk, İstanbul’daki Büyük Kulüp’de “Uygarlıkların Kökeni Anadolu” başlıklı dikkat çeken bir konuşma yaptı.
Tanzimat yazarı ve gazetecisi Ahmet Mithat efendinin torununun torunu olan Mehmet Tanberk’in kendisi de kitaplar yazmakta ve üç adet basılmış kitabı bulunmaktadır. Meslek hayatı boyunca Singer, Philips ve Roche gibi çokuluslu şirketlerin finans müdürlüğünü yapmış, TABA ve YASED gibi meslek kuruluşlarının Yönetim kurulu üyeliklerinde bulunmuştur.

Turkishny.com'daki ilgili haberin linkini aşağıda bulabilirsiniz.


Eski Hayaller Alırım (Sezen Özol) (Mustafa Özcan, 16 Nisan 2016)


Eski Hayaller Alırım(*)

Başlık biraz roman janrından fantastik edebi bir yapıtınmış gibi gelse de Sezen Özol’un (**) daha çiçeği burnunda otobiyografi kitabının adıdır. 2016 Martı’nda basımı yapılmış kitabı okuyup tanıtımını yapmanın benim için çok keyifli bir meşgale olduğunu baştan söylesem herhalde doğru bir iş yapmış olurum. Yazarın üççeyrek yüzyıllık yaşamının ilk çeyreğini anlattığı yapıt o denli sürükleyici ki, yaşamımda ilk kez olarak 328 sayfalık bir kitabı iki günde bitirdim. Medrese eğitimi için söylenen “benim oğlum bina okur döner, döner yine okur’ deyişine sadece mecazen uysa da, bazı bilimsel kitaplarımı aralıklı olarak yıllardan beri okuyup durduğum düşünülürse ne denli önemli bir rekor kırmış olduğum kolayca anlaşılır! 
Sezen Özol yurt çapında tanınmışlık ölçütüne göre önlerde göze çarpan bir yazar olmamakla birlikte işlediği konular ve anlatımdaki gücü, etkililiği, derinliği ile aktarımdaki diyalektiği ve çeşitliliği yönü bakımından olağan dışı nitelikleri olan kıdemli bir yazarımızdır. Yaşama bakışı ve yaşanmışlıklardaki derinlikleri görüş ve aktarışındaki bu özgünlüğü, O’nun ömrü ile kıyaslandığında oldukça kısa olan yaklaşık çeyrek yüzyıllık belgesel roman yazma deneyiminde çok verimli altı yapıt ortaya koymasına bu diyalektik ve holistik yaklaşımı neden olmuş olmalıdır diye düşünüyorum. Kısaca özetlediğim bu edebi tarz ve geçmişinin ötesinde yaşanmışlıktaki çeşitliliğine örnek olması kabilinden geride bıraktığı başarılı avukatlık yaşamını da bu noktada yeri gelmişken vurgulamadan geçmemek gerekir.
Yazarı çok daha yakından tanıyan biri olarak oğlu Özgür Özol’un Yazar ve kitabı tanıtım amacı ile yazdığı Önsöz’den bir paragrafı alıntılayarak konuya bir de içeriden olan bir bakışa da yer vererek dıştanlığa denge oluşturmak istiyorum: 
“Yaşamın değişmez kuralıymış derler; her kuşak, kendisinden öncesinin artık dünyada olanları anlamadığını düşünür, bunda haklı olduğuna kendini inandırırmış. Ancak herhalde tüm kuşaklar arasında, bu haklılık yanılgısına kolay düşebilmemiz için en çok malzeme bizlerin, yirminci yüzyılın bu son şehirli kuşağının eline verildi. Elektrik bile bulunmayan bir kasabada doğmuş olan babamın bugünlerde dizüstü bilgisayarında tıkırdarken gördüğüm ellerinin, bir zamanlar gerçekten karasaban sürmüş olduğunu, hem de bunu "otantik bir deneyim yaşayayım" kaygısıyla yapmadığını, yaşamı boyunca süreceğine inanarak başladığını kavradığım ana kadar, ben de bizlerdeki bu büyük yanılgının ayırtına tam anlamıyla varamamıştım”.
Bu değerli otobiyografik yapıtı, her kuşağa ve her yaşamsal algı tarzına hitap etmesi nedeni ile okuma alışkanlığı olan herkese önererek okunmasından kendince elden geldiğince dersler çıkarılmasını arzulamakta olduğumu ifade etmek isterim… 
Mustafa Özcan (16 Nisan 2016) 
_________________