Dizide, tarihin genelinin çeşitli yönleri ile ele alınarak kavramsal ağırlıklı bir
değerlendirmenin yapıldığı on beş
başlıklı kesimin yeterli bir hacme ulaştığını düşünüyorum. Eksik kalan
kavramsal alanların ikmalinin değerli okuyanlarca yapılabileceğinden emin
olduğumdan artık Osmanlı Tarihinden tarih geneli için damıtılabilecek
yönsemeleri, çıkarımları, ilkeleri, paradigmaları aramaya çıkmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.
Öte yandan, özetleyici bir bakışla ele
alındığında emperyalist olmayıp emperyal olduğu görülen Osmanlı İmparatorluğu‘nu tarihin paradigmik ilkelerini aramak
yönüyle gözlem altına almanın oldukça verimli entelektüel bir uğraş olacağı
kanısındayım.
Resmi adı ile Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’ye en genel tarihsel görüngeden
gerçekleştirilecek kısa bir göz atışta ilk görünen resmin özet olarak üç
katmanlı sosyal bir yapı olduğu ve bunun da kısaca şöylece betimlenmesinin
olanaklı olduğunu varsayıyorum: Osmanlı’nın
belirgin olan emperyal özelliğinde, dar-ül harp olarak gördüğü Hıristiyan Avrupa Kıtası’na İslam’ı yayma görünür ereği doğrultusundaki misyon ile fethedilen topraklarda
ilk hiyerarşideki en“Tepe”
katman olan Hanedan’ın egemenlik hükmünün yürütümünün esas
alındığı bir anlayışın var olduğunu söyleyebiliriz. Yani İslam, tarihteki tüm imparatorluklarda
olduğu gibi bir din temeli üzerinde bir Hanedanın hegemonyasının
sürdürülmesi için bir vasıta olarak uygulanmış gözükmektedir. Ancak İmparatorluk‘un bu özelliği açık
olarak söylemleştirilmemiş bir gerçek olarak kala kalmış gibidir.
Yukarıda verilen bu bağlamda Osmanlı sosyo-siyasi sistemine daha
aşağı doğru bakıldığında toplumda oluşmuş paylaşım temelli katmanlaşmanın varlığı paralelinde
şöyle bir resim ile karşılaşılır: Hanedan’ın
altındaki ikinci “Tepe” Tımarlı katmanda bulunanlar olarak
genelde Osmanlı paşa ve asilzade zümresi ile seyfiye ocaklarını temsil edenleri
belirtmek yerinde olacaktır. Bu kesimde
egemen olan şey, yani bu kesimin
beklentisiyse, Hanedandan
biraz daha farklılaşmış olup temelde fetihlerdeki talan, yağma, çapuldan gelen ganimetin paylaşımdaki payını yükseltmektir. Ayrıca Memaliki Osmaniyye’ye katılan mülkün
yıllık haraçlarından
ve Tımarlı arpalıklarından
elde edilecek olan maddi olanakların
bölüşümüne yönelik beklentiyi de bu kapsamda saymadan geçmemek gerekir. Memaliki Osmaniyye’deki alt katman
olan müstahsil tebaadan bu
ardı sıra gelen bu iki Tepe yönetenin
alttaki geniş kitleden beklediği şeyse genelde nimete değil külfete
katılım sağlamasıdır. Cihan Şümul
Devlet-i İslam olmanın idamesi yönünde olan bu görünür erek‘in sağlanması için müstahsil Müslüman tebaadan bu olguyu
sahiplenerek benimsemesi beklenir.
Böylece ahalinin muharebede daima yayalar ve neferler olarak cenge (gazaya) katılmak sureti ile en ön saflarda yer alarak kutsal gayeye hizmette amade olması
istenir ki bu olgu ayrıca da onların vazifesi olarak görülür.
İşte bu noktada, tebaanın o çok bilinen, hicvedici olup son derece veciz bir ifade
olan aşağıdaki deyişini anmak yoluyla konuya sosyo-psişik bir bağlantı sağlamış
olmak istiyorum. “Şalvarı şaltak
Osmanlı, Eyeri kaltak
Osmanlı, Ekende yok,
biçende yok, Yemede ortak
Osmanlı.” (*)
(*) Devamı var.
Mustafa ÖZCAN