17 Ocak 2015 Cumartesi

Ben Gönen’de doğdum (Nazan Bekiroğlu / Zaman Gazetesi, 14.07.2013)

Ben Gönen’de doğdum  

Hayat ile dil ve edebiyat arasındaki büyüleyici döngü karşılıklıdır.
Kimi zaman hayat değişir ardından dil ve edebiyatı da değiştirir. Kimi zaman dil ve edebiyat, hayatı değiştirir. Klasisizmin arkasında monarşik yapılanmaları, Romantizmin arkasında Fransız devrimini, Realizm arkasında sanayi devrimini görmemiz kolaydır bu yüzden. İki cihan harbinin bireyde parçaladığı iç dünya edebiyatın aynasını da boydan boya çatlatır, Modernizm bu çatlak aynada yansıtır resimlerini. Postmodernizmin insanı ise belirli bir felsefenin tek merkezine sığmaz artık, onun elinde çok odaklı paramparça bir ayna olduğundan söz etmek zor değildir. Neticede edebiyat, hayat üzerinden seyredilebilecek bir şey. Daha önemlisi hayatı seyrettiren bir ayna.
Bütün bunları Yenikapı’dan Bandırma’ya doğru hızla yol alan bir feribotun denize taraf camının önünde düşünüyorum. Gönen’e geçeceğim. “And” hikâyesinin o güzelim ilk cümlesini, -“Ben Gönen’de doğdum”- hemşehrilerine emsalsiz bir armağan gibi bırakmış, otuz altı yıllık bir ömre üç ömürlük olayı sığdırıvermiş o zarif fakat çilekeş adamın, Ömer Seyfettin’in kasabasına. Önümdeki masada bir tatil kaçamağı niyetiyle aldığım, dünya listelerinin çoksatarı. Kitabı kapatıp yana doğru itiyorum. Aylaklık zamanlarında bile gitmiyor. Filmini seyretmekle kitabını okumak arasında fark yoksa edebiyat da yok. Gözlerimi kapatıp Ömer Seyfettin’in evini, “And”da tasvir ettiği Mahalle Mektebi’ni görür müyüm görmez miyim derken bir buçuk aydır en bireysel olanımızı bile bir şekilde ilgisi dairesine almış gelişmelerin etkisinde, düşünüyorum. Geleceği görmeye çalışıyorum. Nesillerin ruhu vardır, zamanın ruhu. Bu ruh eğer yeteri kadar kuvvetle kendini gösterirse o vakte kadar dikey olarak bölümlenmesine alıştığımız damarları bu kez yatay olarak böler. O zaman farklı mecralardan akan ırmaklar bile kendilerini yatay olarak bölen çizginin altında ortak paydalarda buluşurlar. Sadece Türkiye değil, bütün dünya dalgalanıyor, hoşumuza gitse de gitmese de bu böyle. Bireysel bir edebiyatın, çok satan klişeleri üzerinde tanzim edilmiş popüler bir külliyatın yerine daha toplumsal hatta politik bir edebiyatın kendisini göstermeye başlayacağını tahmin etmek mümkün mü acaba? Bildiğim, güçlü edebi hareketler bir denizin dalgaları gibi takip ederler birbirlerini. Birinin bittiği yerde diğeri başlar. Ve hepsi yükselişe geçmek için kendi zamanını bekler. Tesadüf değildirler.
“Yeni Lisan” makalelerinin Ömer Seyfettin tarafından kaleme alınan ilki 11 Nisan 1911’de Genç Kalemler’de yayımlandığında onun teklif ettiği dilde sadeleşme hareketinin bu kadar kolay başarıya ulaşacağı akla gelmemiş olmalı. Fakat Ömer Seyfettin Türklerin şimdi yeni bir hayat devresine girdiklerinin farkındadır. O halde onlara yeni bir lisan lazımdır.
Ömer Seyfettin hayat ile dil ve edebiyat arasındaki ilişkiden hareket etmektedir. Ona göre edebiyatımız şimdiye kadar ya Doğu ya da Batı edebiyatlarını taklit etmiş, dilimiz de safiyetini kaybederek garip, yapay bir hal almıştır. Oysa şimdi artık yeni bir hayat vardır. Öyleyse yeni bir dil ve edebiyat da lâzımdır.
Gerçekten de “Sade Dil-Yeni Lisan” hareketi ideolojik muarızlarını bile saflarına çekerek kısa bir sürede başarıya ulaşır. Tanzimat ediplerince gerçekleştirilemeyen şey yarım asır sonra gerçekleşir. Bu başarı, şartların uygunluğuyla ilgilidir. Bütün dünyayı sarsan milliyetçilik akımı, Balkan kavimlerinin Osmanlı’dan sancılı kopuş süreci, hasta adamın teşrih masasına yatırılması. Kısacası II. Meşrutiyet sonrası Türkçülüğün yıldızını parlatan şey ne ise “Yeni Lisan” hareketini başarıya vasleden şey de odur.
Diğer yandan birkaç ay önce Ali Canip’e yazdığı meşhur mektuptan bu düşüncenin Ömer Seyfettin’deki evveliyatını okuruz. Anlarız ki Ömer Seyfettin ne yaptığının farkındadır. “Yeni Lisan” hareketi tam zamanında doğarken bile onda her şey bilinçlidir, tesadüfi değildir. Ali Canip’e “Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilâl yapalım.” demekte ve eklemektedir: “Âh büyük fikir, çalışma, azim ister.”


Nazan Bekiroğlu (Zaman Gazetesi, 14.07.2013)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder