Osmanlı
Devleti’ne tabakalaşmasının
paralelinde yapısındaki işlevsellik yönüyle, global olarak genel hatlar dikkate
alınıp tarihsel özü mahiyeti ile bakıldığında devlet sisteminin temelinde üç ana kurumsal yapının varlığı
gözlenir: Askeri, dini ve mesleki. Öte yandan da söz konusu
bu üç kurumun fiili varlık olarak sosyal yapıdaki tabaklaşma çerçevesinde seyfiye, ilmiye ve ahilik sınıfı kadroları şeklinde bir zümreleşmeyi de oluşturdukları göze çarpar.
Seyfiye sınıfı (zümresi), teşkilat olarak başlangıçta Selçuklulardan geldiğinden taşra olarak addedilebilecek
eski Beylikler sahasında
varlığını sürdürüyorken bir Avrupa coğrafyası
olarak Rumeli’deki
yayılmanın sağladığı olanaklarla zamanla giderekten Hanedan odaklı olarak merkezin bir öğesi olmuştur.
Gene Hanedan’a yakın
bir zümre (sınıf)
olarak ilmiye, teşkilatı olarak kuruluş
döneminde taşradaki tarikat
şeyhlerince temsil edilirken daha sonraları “payitaht” merkezindeki ulema kadrolarının bu alanın iktidar
gücünü ele geçirmesi ile bu zümrece temsil edilmeye başlandığı görülmektedir.
Öte yandan iktidar
gücünün sıklet noktasının merkez-çevre arasında Osmanlı tarihi boyunca gel-git hareketi yapan bir salınım sergilediğini burada yeri
gelmişken özellikle belirtmeden geçmemek gerekir. Bu durumun, yani iktidar gücü sıklet özeğinin merkez–çevre arasındaki gel-git şeklindeki
oynaklığı üretsel esasa
yerine fetih esasına
dayanan, yani altyapısal olmayıp üstyapısal toplumsal dizge
temelli olan devlet yapısının bir sonucu olduğunu belirtmek doğru ve yerinde
olacaktır.
Ayrıca, devlet yapısında zaman
içinde ortaya çıkan kaçınılmaz bir olgunlaşma olgusu olan bürokratikleşmenin bir sonucu olarak
da İmparatorluk’un son
asırlarında ortaya çıkan bu süreçte bir “kalemiyye” sınıfının oluştuğu bilinmektedir. Söz konusu bu bürokratik kurumlaşmanın başlangıcı olarak
da Osmanlı’da Batı tipi diplomasinin belirdiği bir dönem olan “Lale Devri”ni kabul etmek doğru
olacaktır. Ancak, gerçek anlamda Batı tipi bir bürokratikleşme süreci için Tanzimat dönemini beklemek gerekmiştir diye düşünüyorum.
Merkez-çevre arasında ortaya çıkan bu yatay boyuttaki güç sıkleti noktası kaymalarının yanı sıra,
yine vurgulanması gereken diğer bir benzer bir olgu daha vardır. Bu, dikotomik kutupsal bir yapılanış
biçimi olan dikey boyutun
en önemli temel-öğesel göstergesi olarak ahilik ve ilmiye teşkilatları
arasında tarih boyunca gene
karşılıklı gel-git hareketi
şeklinde görülen iktidar gücü
sıklet noktalarındaki kaymalardır.
Öte yandan, birey olarak insan, dolayısıyla derlemsel yapı olarak toplum formasyonuna özdeksel ve tinsel yönler sağlaması
bakımından ticari (ekonomik) mahiyetteki kurumlaşmanın, dini mahiyette olandan, toplumsal değerler sağlama yönü
ile Osmanlı Emperyal Sistemi’ne total olarak daha düşük düzeyli
bir temsiliyet sağladığı
açıkça görülmektedir. Bu iki toplumsal kurumdan ilkinin İmparatorluk’un yükseliş, diğerinin ise duraklama ve gerileme dönemlerinde
özellikle güç kazandığını söylemek yerinde bir saptama olacaktır.
Bu bağlamda
konuya tekraren bakıldığında, Osmanlı’nın
emperyal bir düzen olarak ereğinin fetih edilmiş büyük coğrafyada ticari–emtia transaksiyonuna ve sağlıklı bir küresel iletişime fiziken erişim
güvenliğinin sağlaması ve denetlemesi olduğu görülmektedir.
Bu
bakımdan, varoluşunu belirtilen bu maksatla sağlayan “hegemonik bir düzen” şekli olarak Osmanlı İmparatorluğu,nüfus yoğunluğu
dikkate alındığında eriştiği
coğrafyadaki doğal-kıtasal
sınırların genişliği yönüyle Batı’nın ve Ortadoğu’nun en son “Ortaçağ Emperyal Düzeni” örneğini
oluşturduğunu söylemek olanaklıdır.
Bu nedenle “Pax Ottomana” teriminin hiç de
yanıltıcı olmadığını vurgulamakta yarar var sanırım.(*)
__________________
(*) Devamı gelecektir.
Mustafa Özcan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder